The strategy of homogenizing the cultural diversity in a nation-state, namely assimilation, refers to the main discourse of classical nationalism, that is, an approach that suggests the idea of assimilationism as a mandatory process. Assimilation occurs for the first time in the European experience in which perennially settled minorities are subject of necessary assimilation, while today’s assimilation refers to the immigrant groups. In this study, these two distinctions will be discussed by revealing the two periods. First, the classical nationalist era, and second, the post-nationalist era in which worldwide mobility sets a barrier in front of the assimilationism, especially by the discovery of the ethnicity. In this sense, the transformation was understood as the disappearance of the assimilation as a social phenomenon, however, it was only assimilation as a policy that disappeared. Accordingly, theories of assimilation emerged for the first time in a linear manner that explained the assimilation as a mandatory one-sided process, while in the post-nationalist era theories are transformed into a more two-sided character. In conclusion, it was pointed out that the transition from the nationalist era to the post-nationalist era, did not remove the assimilation itself but the assimilationist theory, that is to say, assimilation as a social phenomenon is still alive.
Bir ulus-devlet içerisinde bulunun kültürel çeşitlikleri homojenleştirme stratejisi olarak asimilasyon, klasik ulusçuluğun ana söylemini ifade ederek asimilasyonun zorunlu bir süreç olduğu fikrini öne süren bir yaklaşım olarak anlaşılır. Asimilasyon ilk kez, uzun zamandan beri belli bir bölgede yerleşik halde bulunan azınlıkların zorunlu asimilasyona maruz kaldığı Avrupa deneyiminde ortaya çıkarken, bugünün asimilasyonu göçmen gruplarına atıfta bulunur. Bu çalışmada, bu iki ayrım iki dönemi ortaya çıkartarak ele alınacaktır. Birincisi, klasik ulusçuluk dönemi, ikincisi de dünya çapında yaşanan hareketliliğin, etnisitenin de keşfedilmesiyle birlikte asimilasyonculuğun önünde bir engel oluşturduğu post-ulusçuluk dönemi. Bu anlamda yaşanan dönüşüm, sosyal bir fenomen olarak asimilasyonun ortadan kalkması olarak anlaşılsa da, kaybolan yalnızca bir politika anlamında asimilasyondur. Buna göre asimilasyon teorileri ilk ortaya çıktıklarında çizgisel bir şekilde, asimilasyonu zorunlu tek yönlü bir süreç olarak açıklarken, ulusçuluk sonrası dönemde teoriler daha çift taraflı bir karaktere dönüşmüştür. Sonuç olarak, ulusçuluk döneminden post-ulusçuluk dönemine geçişin asimilasyonun kendisini değil asimilasyon teorisini ortadan kaldırdığını, yani sosyal bir fenomen olarak asimilasyonun hala yaşadığına vurgu yapılmıştır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Reserch Articles |
Authors | |
Publication Date | October 15, 2021 |
Submission Date | May 1, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 16 Issue: 2 |