Abstract
Türkiye’de kadınların statüsü 1923-1930 yılları arasında yaşanan inkılâp hareketleri
içinde değişime uğradı. İnkılâp hareketleri içinde kadının eğitim, aile ve toplumsal
hayattaki konumlarında düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen öncelik aslında
imaja yönelikti. Bir anlamda simgesel olarak "kadın kimliği" Cumhuriyetin ilk
yıllarında “devletin saygın vatandaşı” çizgisinde şekillendi. 1950’li yıllara
gelindiğindeyse ataerkil çizgi içerisinde yaşayan kırsaldaki kadının yanında kan
davaları, kız kaçırma gibi konuların anlatıldığı köy filmlerinde kadınlar, itaatkâr,
çileli olarak verilirken şehir hayatının anlatıldığı filmlerde de benzer vurgular
yapılarak haksızlığa uğrayan “ahlaklı kadın” karakterleri işlenmiştir. Hem 1950’li
yıllarda hem de 1960’lı yıllarda çekilen filmlerdeki kadınların ortak özelliği ya iyi bir
anne- eş olup acılara katlanan sabırlı, temiz kadın ya da yuva yıkan, mutsuzluğa
mahkûm, dişiliğini kullanan kötü kadındır. 1960-1965 arasında Türk sinemasında
“Toplumsal Gerçeklik Akımı” başlamıştır. 1960’lı yılların ilk döneminde çekilen sinema
filmlerinde kadın sorunlarını irdelemeye çalışıldığı birkaç film dışında kadın
kahramanların kendilerine ait bir kişiliği yoktur; genelde baştan çıkarıcı “kötü kadın” veya
erkeğe tabi “yan öğeleri” canlandırmışlardır. 1970'li yıllar Türk sinemasında erotik
filmlerin daha fazla yer bulduğu dönemse de Ulusalcı ve Devrimci sinema filmlerinde
ataerkil toplumsal yapı, iktidar ilişkileri eleştirilerek gerçekçi kadın temsillerine yer
verilmeye devam edilmiştir. Ayrıca Milli Sinemacılarsa köyden kente göçü yanlış
batılılaşmayı İslami değerlerle öze dönmek şeklinde kadını konumlandırmaya
çalışmıştır. Kadının cinselliğini sadece evlilik içinde olumlayan görüş; 1980’lere,
Türkiye’de feminist hareketlerin başlamasına kadar devam etmiştir.