Kur’ân’ı re’y ile tefsir etmekten sakındıran hadisler ve haberler varken hakkında rivayet olmayan âyetlerin nasıl anlaşılacağı meselesi tefsir ilminin mahiyeti ile ilgilidir. Tefsiri katʽî alana hasredip zannî bilgi ile yapılacak murâd tespitlerinin geçersiz olduğunu ifade eden bu rivayetler, Kur’ân’ın her devir ve toplumda anlaşılma gerekliliğinin nasıl gerçekleşeceği sorusunu beraberinde getirir. İlk dönemlerden itibaren tefsir ilmi çerçevesinde sorgulanan bu husus, esasında naklin yanında yorumun imkânı ve yorumcuya ait olduğu düşünülen alanın tanımlanmasına dairdir. Bu bağlamda klasik tefsir literatüründe tefsir-tevil kelimelerinin kavramsallaştırılması ile yapılan tasniflerin -her ne kadar farklı bakış açılarına sahip olsalar da- tefsire konu olan verileri aidiyetleri, epistemolojik değerleri ve bağlayıcılıkları açısından ele aldıkları görülmektedir. Bu çalışma öncelikle tefsir-tevil ayrımına gitmeyen müelliflerin tefsire konu olan verileri farklı bir bağlamda kategorize edip etmediklerini sorgulayacak, daha sonra tefsir-tevil ayrımında rivayet-dirayet eksenli ve epistemolojik temelli yaklaşımları analiz edecektir. Çalışmada, tefsirde metodoloji arayışları çerçevesinde anlam-yorum alanları belirlenirken klasik literatürde yapılan bu ayrımların telfik edilerek değerlendirilmesi teklif edilecektir.
Özet: Kur’ân’ın ilk müfessiri olan Hz. Peygamber, insanların Kur’ân hakkında kendi re’yleri ile konuşmasını yasaklamıştır. Ashabın önde gelenleri de manası kapalı olan (garîb) bazı kelimeleri tefsir etmekten sakınmışlardır. Bu hususta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den aktarılan sözler oldukça meşhurdur. Ne var ki, Kur’ân kıyamete dek her çağda ve coğrafyada anlaşılması için indirilmiş evrensel bir kitaptır. Gerek bütün âyetlerin Hz. Peygamber tarafından tefsir edilmemesi, gerekse Kur’ân lafızlarında gözlenen çokanlamlılık ve anlam genişlemeleri, Ku’ân’ın yorumlanmasını gerekli kılmıştır.
Hz. Peygamber’in insanları Kur’ân hakkında kendi re’yleri ile konuşmaktan yasaklaması ile Kur’ân’ın her devirde anlaşılma gerekliliği, izah edilmesi gereken bir ikilem oluşturmaktadır. Bu hususun çözüme kavuşturulması hem tefsirde yorumun meşruiyetini belirleyecek, hem de Hz. Peygamber’in tefsirinin diğer insanlar tarafından yapılan yorumlardan ayrıcalığını ortaya koyacaktır. Bu çerçevede klasik tefsir literatüründe Taberî’den (ö. 310/923) itibaren Hz. Peygamber’in ve nüzul dönemine şahit olmuş ashabın tefsirleri ile müfessirler tarafından yapılan yorumlar, bağlayıcılıkları ve bilgi değerleri açısından bir ayrıma tabi tutulmuştur. Böylece müfessirler, daha tefsire başlamadan önce Kur’ân’ı, Hz. Peygamber’in tefsiri ve merfû haber hükmündeki ashabdan gelen rivayetler dışında yorumlamanın imkânını sorgulamışlardır.
Klasik tefsir literatüründe Hz. Peygamber’in tefsiri ile müfessirin yorumu arasında yapılan ayrımların, genellikle kendilerine terimsel anlam kazandırılan tefsir ve tevil kelimeleri üzerinden kurgulandığı görülmektedir. Bu hususta Mâtürîdî’nin (ö. 333/944) metodolojisi oldukça özgün ve nettir. Mâtürîdî’ye göre tefsir kat‘î bir alandır. Sadece Hz. Peygamber’in tefsiri ile ashabdan gelen merfû haber hükmündeki rivayetler bu alana aittir. Tevil ise zannî bir alanı teşkil etmektedir. Muhtemel manalar arasından yapılacak tercihler, zan ifade etmektedir ve teville ilişkilidir. Mâtürîdî’nin Hz. Peygamber ve ashabın açıklamalarını tefsir sahasına ait kılması ve kesin bilgi ifade ettiğini belirtmesi, bu verileri mütekellimin beyanı mesabesinde değerlendirdiğini göstermektedir. Tevil sahasında yer alan veriler bağlayıcılıkları ve bilgi değerleri açısından tefsir sahasında yer alan bilgiler gibi değillerdir. Tevil sahasında yapılan yorumların zan ifade etmesi, aynı zamanda bu verilerin murâd-ı ilâhîye isnad edilemeyeceğini göstermektedir. Hz. Peygamber’in insanları kendi görüşlerini beyan etmekten yasakladığı alan, Mâtürîdî’nin metodolojisindeki tefsir alanıdır. Bu alanın kat‘î olması, tefsir verilerinin murâd-ı ilâhî ile ilişkili olduğunun bir göstergesidir. Kat‘î alanda zan ile görüş beyan etmek ise doğru değildir. Tefsir sahasında yapılan yorumun hakikate uygun olması bile, kat‘î alanda zannî bilgi ile tespitlerde bulunan yorumcuyu mesuliyetten kurtaramamaktadır.
Kuşeyrî (ö. 465/1072) gibi bazı âlimler de tefsir-tevil kavramları üzerinden rivayet-dirayet alanlarını tasnif etmektedirler. Bu tasnif tefsire konu olan verileri aidiyetleri açısından ele almaktadır. Nitekim tefsir ilmi, hem bilinmesi nakle bağlı olan verileri, hem de bir metodoloji takip edilerek ulaşılabilecek nakil dışı unsurları içermektedir. Tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet verileri üzerinden yapanlar tarafından tevil sahasına ait kılınan nakil dışı unsurlar dilbilimsel çabalarla ulaşılan manalardır. Dil ise kendisinde ihtimaller barındıran bir unsurdur. Lafızlardaki mana kapalılığı, çokanlamlılık, mecaz, kinâye gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda dilbilimsel metotlarla ulaşılan manaların zan ifade ettiği düşünülebilir.
Tefsir sahasını, Mâtürîdî’nin metodolojisinde Hz. Peygamber’in açıklamaları ile bizzat âyetlerin inişine şahitlik etmiş ashabdan gelen rivayetler; tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet olguları üzerinden yapanların tasniflerinde ise genel olarak rivayetler teşkil etmektedir. Mesele murâd-ı ilâhî ve beyan-ı mütekellim çerçevesinde ele alındığında, Mâtürîdî’nin tasnifinin daha dakik olduğu görülmektedir. Ancak bu yaklaşımın bahsedilen verilerin rivayete dönüştükten sonraki durumlarına ve bağlayıcılıklarına tatmin edici bir cevap vermediği anlaşılmaktadır. Rivayet-dirayet olguları üzerinden yapılan tasniflerde de tefsir sahasında yer alan nakiller, sıhhat dereceleri ve delaletleri analiz edilmeden bir bütün olarak ele alınmaktadır. Halbuki bu rivayetlerin bir kısmı sahih değildir ve bu bakımdan tefsire konu olmaları problemlidir. Bunun yanında bazen bir âyetin tefsiri ile ilgili ashabdan, birbirinden farklı rivayetler gelebilmektedir. Bu rivayetlerin de murâd-ı ilâhîye isnad edilen bir alanda değerlendirilmesi problem doğurabilmektedir.
Gerek Mâtürîdî’nin gerekse tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet olguları üzerinden yapanların tevil sahasına ait kıldıkları dilbilimsel verilerin -rivayetlerde olduğu üzere- homojen bir yapı arz etmediği görülmektedir. Nitekim bu veriler arasında manasını tespit etmenin çok güç olduğu unsurların yanında tek anlama muhtemel muhkem ifadeler de vardır. Tek anlama gelen, ayrıca manasının geçerliliğine başka delillerin de işaret ettiği bu ifadelerin tevil sahasında yer alması ise tartışmalıdır.
Tefsirde anlam-yorum alanlarının ayrılması, tefsir metodolojisi açısından oldukça önemlidir. Bu alan belirlemesi, bir bakıma tefsir ilminin mahiyet tanımlamasıdır. Böylece, Hz. Peygamber’den gelen tefsir rivayetleri ile akla mecalin olmadığı konularda ashabdan aktarılan nakillerin bağlayıcılıkları netleştirilmekte; ayrıca rivayetin ötesinde müfessirin yapacağı yorumların geçerlilikleri ve bilgi değerleri tespit edilmektedir. Klasik tefsir literatüründe yapılan tefsir-tevil ayrımları bu açıdan bize zengin bir içerik sunmakta ve çok yönlü bir bakış açısı kazandırmaktadır. Ancak bu ayrımlar tek tek ele alındığında kapsam ve uygulanabilirlik açsından bir takım problemler ihtiva etmektedir. Çalışmamız, tefsirde metodoloji arayışları çerçevesinde anlam-yorum alanları belirlenirken klasik literatürde yapılan tefsir-tevil ayrımlarının birlikte değerlendirilmesini teklif etmektedir. Böylece yapılan tasniflerin eksik yönleri giderilecek, çok daha kapsamlı ve işlevsel bir kuruluma gidilecektir. Bu noktada Taberî gibi tefsir ile tevili aynı anlamda kullandığı her fırsatta dile getirilen isimlerin metodolojilerinin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira eserleri analiz edildiğinde, bu isimlerin de tefsirde anlam-yorum alanlarını ayırdıkları, ancak bunu tefsir-tevil kavramları üzerinden yapmadıkları görülmektedir.
Despite the hadiths and narratives that warn about the interpretation of the Qur’ān by opinion, the question of how Qur’ānic verses can be understood is about the nature of Qur’ānic exegesis. These narratives, which limit the interpretation to the exact field and indicate the invalidity of the specification of the intention with the imprecise information, bring with it the question of how to understand the Qur’ān in each period and society. The issue that has been questioned in the frame of the commentary from the earliest periods is based on the possibility of commenting besides the narration and defining the area that the thought belongs to the commentator. In this context, it is seen that the distinction between the conceptualization of tafsīr-taʾwīl words in classical commentary literature deals with the subject of the tafsīr, their belongings, epistemological values and contexts. Mainly, this study will question whether authors who do not distinguish between tafsīr-taʾwīl categorize the information about commentary in a different context, then it will analyze two basic approaches on tafsīr and taʾwīl. In the paper, it will be suggested that these classifications in the classical literature should be evaluated together within the framework of the search for methodology in exegesis.
Summary: The Prophet, who was the first glossator of the Qur’ān, forbade people to talk about the Qur’ān with their own judgments. The prominent people of the companions refused to comment on some words that were closed in meaning (garīb). The words quoted from Abū Bakr and ʿUmar on this subject are quite famous. However, the Qur’ān is a universal book revealed to be understood in all ages and geographies till the doomsday. The fact that all the verses were not interpreted by the Prophet, and the expansions of meaning observed in the Qur’ān wording necessitate the interpretation of the Qur’ān.
The fact that the Prophet forbade people to talk with their own judgments about the Qur’ān and the necessity of understanding the Qur’ān in every era constitutes a dilemma that must be explained. The resolution of this issue will both determine the legitimacy of tafsīr (interpretation) and reveal the difference between the Prophet's tafsīr and the tafsīrs by other people. In this context, a distinction was made between the interpretations of the Prophet and of the companions who witnessed the revelation period from the Tabarī (d. 310/923) in the classical tafsīr literature and the interpretations by glossators in terms of their bindingness and information values. Thus, before even starting the interpretation, glossators questioned the possibility of interpretation of the Qur’ān without the tafsīr of the Prophet and the narratives from the companions that have the force of hadith marfūʿ.
It is seen in classical tafsīr literature that distinctions between the tafsīr of the Prophet and the interpretations of the glossator are usually constructed on the terms of tafsīr and ta'wil, to which terminological meanings are attributed. In this regard, the methodology of Māturīdī (d. 333/944) is quite specific and clear. According to Māturīdī, tafsīr is an exact field. Only the tafsīr of the Prophet and the narratives of the companions that have the force of marfūʿ can be included in this field. Taʾwīl, on the other hand, is an area based on supposing. Preferences to be made from possible meanings are supposition and related to taʾwīl. The fact that Māturīdī included the explanations of the Prophet and his companions in the tafsīr field and stated that they expressed exact information shows that he regarded this information in the value of the statement of mutakallim. The data included in the field of taʾwīl are not as the data included in the field of tafsīr in terms of their bindingness and information value. The interpretations made in the field of taʾwīl include supposition; so they cannot be attributed to the desire of God. The field that the Prophet forbade people from declaring their own views is the field of tafsīr in the methodology of Māturīdī. The exactness of this field is an indication that the tafsīr is related to God's desire. It is not right to declare an opinion with supposition in the field that is exact and definite. Even though the interpretation in the field of tafsīr is in accordance with the truth, this cannot eliminate the responsibility of the interpreter that make determinations based on supposition in the exact and definite field.
Some scholars, such as Qushayrī (d. 465/1072), also classify the narrative-sagacity areas by means of tafsīr-taʾwīl concepts. This classification deals with the data that is the subject of tafsīr in terms of their belongingness. Indeed, tafsīr science includes both the data that are linked with transmission and non-transmittable elements that can be achieved by following a methodology. Non-transmittable elements included in the taʾwīl field by those who make a distinction between tafsīr and taʾwīl based on narrative-sagacity are the meanings reached through linguistic efforts. Language is an element that holds possibilities in itself. Considering closeness of meaning, multi-meanings, metaphors and allusions in the wording, it can be thought that the meanings reached by linguistic methods include supposition.
In the methodology of Māturīdī, the field of tafsīr is composed of the explanations of the Prophet and the narratives of the companions who witnessed the revelations while in the classifications of those who make a distinction between tafsīr and taʾwīl based on narrative-sagacity, tafsīr generally includes narratives. When the issue is handled within the framework of the desire of God and the statements of the mutakallim, it seems that the classification of Māturīdī is more punctual. However, it is understood that this approach does not give a satisfactory answer to the subsequent situations and bindingness of the mentioned data. In the classifications based on narrative-sagacity, the narratives in the field of tafsīr are taken as a whole without analyzing their health grades and their signification. However, some of these narrations are not authentic; so, in this respect it is a problematic issue that they are the subjects of the field of tafsīr. Besides, sometimes there can be different narrations about the tafsīr of verses from the companions. The evaluation these narratives in a field attributed to the desire of God may also pose a problem. The linguistic data that both Māturīdī and those who make a distinction between tafsīr and taʾwīl based on narrative-sagacity include in the field of taʾwīl does not appear to have a homogeneous structure -as is the case with the narratives-. Indeed, among this data, there are elements whose meanings are quite hard to determine as well as firm ones that possibly have only one meaning. It is controversial that these expressions, which have only one meaning and to the validity of whose meaning other evidence point out are included in the field of taʾwīl.
The distinction between meaning and interpretation fields in tafsīr is very important in terms of tafsīr methodology. This field designation is in a way a description of nature of the science of tafsīr. Thus, in matters where the human intelligence remains insufficient with the tafsīr narratives from the Prophet, the bindingness of the narratives from the companions are clarified; furthermore, beyond the narrative, the validity and the information values of interpretations of the glossator are determined. In this regard, the tafsīr-taʾwīl distinctions made in the classical tafsīr literature provide us with a rich content and a multifaceted point of view. However, when addressed separately, these distinctions present a number of problems in terms of scope and applicability. Our study proposes the evaluation of tafsīr-taʾwīl distinctions in classical literature together while the meaning-interpretation fields are specified in the framework of the search for methodology in tafsīr. Thus, the incomplete aspects of the classification will be eliminated and a much more comprehensive and functional classification will be achieved. At this point, the methodologies of some figures as Tabarī, who is known to have used the terms of tafsīr and taʾwīl in the same meaning, must also be evaluated separately. Indeed, when the works of these names are analyzed, it is seen that these names also distinguish the meaning-interpretation fields in tafsīr, but they do not do this through the tafsīr-taʾwīl concepts.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2018 |
Submission Date | March 16, 2018 |
Published in Issue | Year 2018 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.