Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların en önemli gündemlerinden birisi hilafet müessesi olmuştur. Bu müessese Hz. Ebûbekir’den yüzüncü halife Abdulmecid’e kadar geçen asırlar içerisinde çok ciddi tartışmalara kaynaklık etmiştir. Bunlar arasında belli başlıları; Halifenin yönetime nasıl geleceği, kimin halife olacağı, Kureyş soyundan olup olmayacağı, halifenin hangi hususiyetlere sahip olacağı, halifenin nelere göre hareket edeceği olmuştur. Elbette bu tartışmalar devam ederken halifelik, dört halife sonrasında belirli hanedanların uhdelerinde saltanata dayalı bir şekilde sürdürülmüştür. Ümeyyeoğulları, Abbasoğulları ve Osmanoğulları bu hanedanların en meşhurlarıdır. Halifelik, tarih boyunca mezkûr hanedanlar arasında el değiştirse de hiçbirisi bu makamın ortadan kaldırılması hususunda bir girişimde bulunmaya yeltenmemiştir. Ancak Avrupa’nın batı dışı dünyayı işgali ile mağlup hale gelen Türkiye Müslümanları, imparatorluktan ulus-devlete geçtikleri süreçte uygulanan modernleşme faaliyetlerinde hilafetin ilgası gibi çok ciddi bir karara imza atmışlardır. Bu karar, İslam coğrafyasında daha önce hilafete dair gerçekleşen tartışmaların çok daha üzerinde bir travma husule getirmiştir. Bu travmanın aşılması hususunda Müslümanlar İslam dünyasının pek çok yerinde kongreler ile bir arayış içinde olmuşlardır. Muhammed Hamîdullah, bu arayışların devam ettiği son asırda İslam ülkelerinin içinde bulunduğu şartlara münasip hilafetin yeniden ihdas edilmesi hususunda Yüksek Hilafet Konseyi adında önemli bir teklifte bulunmaktadır. Ulus-devletler halinde bulunan İslam ülkelerinin aralarındaki ihtilafların arka plana atılacağı, ittihadın sağlanmasında önemli bir adım teşkil edecek olan bu teklif, mevcut şartlarda uygulanabilir bir teklif olarak varlığını sürdürmektedir. İddia edilen bu teklif, halifelik mevzusunda tefrika oluşturacak şekilde asırlardır tartışılagelen meseleleri ilkeler çerçevesinde çözüme kavuşturmaktadır. Ayrıca Çağdaş İslam Düşüncesi’nde ittihad-ı İslam anlayışına zemin oluşturacak bir mahiyet arzetmesi ile de dikkatleri celbetmektedir.
Özet: Toplumların yönetimini kimlerin üstleneceği, yöneticilerin yönetime nasıl geleceği ve hangi şekilde yönetimlerini sürdürecekleri mevzusu tarih boyunca tartışılagelmiştir. Ancak Hz. Peygamber öncesinde yöneticilerin genel olarak krallık şeklinde bir yönetim şekli benimsedikleri görülmektedir. Bunun yanında aynı anda çift kişinin yönetimi de olmuştur. Bu konudaki tartışmalar Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların yöneticisi olan halifeler hususunda da yaşanmıştır. Örneğin; halife kim olacak, nasıl seçilecek, hangi özellikleri haiz olacak vs. bu tartışmalar arasındadır. Bu tartışmalar içerisinde halifelik 14. (XX.) asrın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdürmüştür. Şüphesiz hilafetin ilgası Müslümanların yaşadığı en büyük travmalarından birisi olmuştur. Bu travmayı ortadan kaldırma konusunda Anadolu’dan Mısır’a, Hindistan’dan Balkanlar’a kadar pek çok teşebbüs gerçekleştirilmiştir. Ancak dönemin şartlarında bu mevzu sadece kongrelerde ve toplantılarda konuşulan bir konuma indirgenmiştir.
Bugün de hayatiyetini devam ettiren bu konu hususunda son dönemlerde yazılar kaleme alan şahıslardan birisi Hint coğrafyasının en önemli İslam âlimlerinden, hukukçu ve tarihçilerinden olan Muhammed Hamîdullah’tır. Hamîdullah, tarihçesini de aktararak hilafeti enine boyuna ele almıştır. Hamîdullah’ı, bu konuda yazan diğer şahıslardan ayıran en temel özellik meselenin çözümüne dair çok ciddi bir teklifi de sunmuş olmasıdır. Bu bağlamda hilafetin ilgası ile tüm Müslümanların yaşadığı travmayı bizzat kendi hayatında da yaşayan Hamîdullah, bir bilim adamı dikkati ve ciddiyeti, aynı zamanda dertli bir Müslüman hissiyatı içerisinde bu meselenin halli hususunda tüm eserlerinde kalem oynatmıştır.
Hamîdullah, hilafet ile ilgili olarak tarih boyunca yöneticinin seçilme şeklinin değişiklik gösterdiğini aşikâr hale getirmiştir. Nitekim Kuran-ı Kerim’deki ayetler, Peygamberimizin uygulamaları ve Hülefâ-i Râşidîn’in yönetime gelmelerindeki farklılıkları buna şehadet ettirmektedir. Hamîdullah’a göre toplumların içinde bulunduğu duruma göre yönetim şeklinin değişimi kadar doğal bir durum yoktur. Hamîdullah, bu durumun idraki içerisinde şartlara ve mekanlara göre gerçekleşen değişimden ziyade değişmeyen esaslara göre hareket edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca yönetim şekillerini ele aldığı satırlarda İslam’ın münasip gördüğü yönetim şeklinin sanki krallık ile seçime dayalı bir yönetim şekli karışımı olduğunu belirtmektedir. O’na göre krallık, imparatorluğun yönetim şeklidir. İmparatorluk, içerisinde çok çeşitli milletlerin bütün farklılıkları ile bir arada yaşadığı ve yoğun etkileşim halinde olduğu, yöneticinin geniş sınırlar üzerinde hükümran olduğu bir yönetim şeklidir. Ancak İslam âlemi, Müslümanların teşkil ettiği son imparatorluklar olan Babürlü ve Osmanlıların yıkılması sonrasında ulus-devlete dönüşerek imparatorluk özelliğini yitirmiştir. Tersine Avrupa’da ulus-devletlerin kurulması sonrasında Batılılar, çatı bir imparatorluk kurmak üzere pek çok teşebbüste bulunmuştur. Bunlar arasında BM, NATO, AB vb. ilk olarak zikredilebilir.
Kanaatimize göre Hamîdullah, Müslüman yöneticilere, imparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecinde devletin hukukunda İslam Hukuku’nu, siyaset ve idare uygulamalarında İslam’ın siyasi ve idari ilkelerini, eğitim sisteminde İslam eğitim sistemini, iktisadi kararlarında ise İslam İktisadı’nın ilkelerini Hz. Peygamber’in örnekliğini merkeze alarak inşa etmelerini teklif etmektedir. Diğer taraftan Müslümanlara yüzleştikleri bu yeni durum karşısında yönetim şeklinin değişebileceğini, aslolanın ise İslam yönetim esaslarının uygulanması olduğunu izah etmektedir. Bu hususta şartlar çerçevesinde İslam yönetim şeklinin değişebileceğini ancak esaslarının asla değişmeyeceğini belirterek İslam ülkelerinin önünü açan bir rol üstlenmektedir. Bu satırların yazarına göre, Hamîdullah, son iki asırda imparatorluk veya çokuluslu toplumsal yapılardan ulus-devlet yapısına doğru zorunlu bir geçişin yaşandığı İslam topraklarında bu sürecin şekline takılmanın doğru olmadığını ima etmektedir. Ancak üzerinde durulması gereken ilk husus, devlet yöneticisinin İslam’ın esaslarına göre davranıp davranmadığı noktasındadır. Hamîdullah’a göre, ikinci husus, İslam ülkeleri ulus-devlet sürecine girmek zorunda kalmış olsa da Müslümanlar İslam’ın arzu ettiği şekilde ulus devletler üstü birliklerin tesisine yönelik gayret etmelidir. Hamîdullah’ın bu husustaki teklifi ise Yüksek Hilafet Konseyi’dir.
Bu konsey, evrensel bir halifeliğin mevcut olmadığı ancak Müslümanların tüm dünyada “tek bir devlet formu”na doğru yöneldiği asrımızda Müslüman ülkelerin önlerine sunulan önemli bir tekliftir. Bu teklif günümüzde nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelere ve hatta Müslümanların azınlık konumunda olduğu ülkelere farklılıklar sebebiyle çatışmak yerine ortak paydayı büyütme teklifini sunmaktadır. Yüksek Hilafet Konseyi, bölgesel rekabetlerden ve alınganlıklardan kaçınılarak esas ve temel üyeler olarak Cumhurbaşkanları veya tevarüs yoluyla gelen idareciler tarafından temsil edilen devrin Müslüman devlet başkanlarının bir araya gelerek oluşturacağı ve bir sene sıra ile (münavebeli) başkanlık edecekleri bir müessesedir. Bu münavebeden hareketle konseyde Sünnî, Şiî, Kureyşî ve Kureyş soyundan olmayan bütün Müslüman devlet başkanları birlikte yer alabilecektir.
Yüksek Hilafet Konseyi, esasen bir buçuk asır öncesinden başlayarak günümüzde ihtiyacı daha çok hissedilen bir idealin, Çağdaş İslam Düşüncesi’nde ise “İttihad-ı İslam” şeklinde ifade edilen bir söylemin yansımasıdır. Hamîdullah’ın bu maksatla telaffuz ettiği Hilafet Konseyi’ni ve ilk pratik adımı olan Uluslararası Fakihler Cemiyeti’ni İslam’ın ittihad ilkesine dayalı bir dünya düzeni teorisi ve teklifi olarak görebiliriz. Hamîdullah, bu düzeni sadece inanç düzleminde düşünmemekte, ayrıca icma ve kıyasın kurumsallaştırılmasını gündem etmektedir. Hamîdullah’a göre, ilmi bir kurumsallaşma olan Uluslararası Fakihler Cemiyeti, üç kıtaya yayılmış olan Müslümanların daha önce iletişim zorluklarından dolayı gerçekleştiremediği ancak bugünün imkanları ile organize etmenin daha kolay olduğu bir kurumdur. Bu iki kurum sayesinde Hamîdullah, Müslümanlar için dini bir ihtiyaç ve zaruret olan hilafetin tahakkuku için dinamik çözümler üretmekte ve Müslümanların iki asırdır bir arayış içine girdikleri bir zaman diliminde Müslüman ülkeler için bir çığır açmaktadır.
İslam Tarihi Muhammed Hamîdullah Hilafet Yüksek Hilafet Konseyi Uluslararası Fakihler Cemiyeti
After the death of Prophet Muhammad (p.b.u.h), one of the most significant debated topics of Muslims was the institution of caliphate. This institution caused crucial argumentations through the ages from Abu Bakr to Abd-al-Majid who was the hundreth khalifa. Some prominent issues in that regard as follows: How khalifa comes to power, who becomes khalifa, whether he is descended from Quraysh or not, which kind of traits khalifa should have, and how khalifa should behave in certain circumstances. While these arguments were going on, caliphate was maintained based on the reign under some certain dynasties’ responsibilities after the Rashidun (rightly guided) Caliphs. Umayyads, Abbasids and Ottoman Dynasties were the most well-known ones of these dynasties. Throughout history, even though caliphate passed in one another’s hands among aforementioned dynasties, none of them did attempt to abolish this position. However, Turkish Muslims who became defeated with European occupation of non-western territories decided to abolish caliphate for the sake of modernization activities within the period of transition from imperialism to nation state. This decision brought about a trauma, which was much more critical than former argumentation around the position in Muslim world. Many congresses were organized in Islamic world in order to recover from this trauma. While this kind of quests were continuing, Muhammad Hamīdullah proposed “High Caliphate Council” in relation to rearrangement of caliphate in accordance with the conditions of Islamic countries. This proposal offers an applicable model to today’s modern nation states by establishing unity among them and leaving aside their conflicts and differences. This proposal offers a resolution of much-discussed matters of the position within the limits of principals. It also draws attention by showing a possibility of Islamic union in contemporary Islamic thought.
Summary: The matters of who undertakes the management of societies, how rulers come to power and in what manners the rulers maintain the management have been discussed throughout history. It is seen that rulers adopted kingdom as regime before the period of the Prophet Muhammad (p.b.u.h). There was also two-person management. The discussions about this matter were also seen around khalifas who were the rulers of Muslims after the death of Prophet Muhammad (p.b.u.h). Some debated issues in that regards as follows: Who becomes khalifa, how he is elected, which traits he should possess, and so on. Caliphate continued its existence despite the discussions until the first quarter of the 14th Hijra era. Abolition of caliphate was a trauma for Muslims undoubtedly. From Anatolia to Egypt and from India to the Balkans, many attempts were carried out to recover from this trauma. However, this matter was oversimplified in the conditions of that period since it became a topic which was hushed over in just congresses and conventions.
One of the people who wrote on this topic, which maintains its vitality even today was Muhammad Hamīdullah. He was an important Islamic scholar, a lawyer and a historian in Indian geography. Hamīdullah did deal caliphate by indicating its history broadly. The distinctive feature of Hamīdullah from others who wrote on this topic is that he also presented a considerable offer to solve the matter. In this sense, Hamīdullah experienced the trauma in his own life as all muslims did it with the abolition of caliphate. Hence he mentioned this matter in his writings in the mood of care and dignity of a scientist and also in feeling of a heartbroken muslim.
Hamīdullah made clear that the method of election of the ruler differed throughout history. Indeed, the verses of Holy Qur’ān, the applications of the Prophet Muhammad (p.b.u.h) and the differences of Four Great Chaliphs on coming to power testified this claim. According to Hamīdullah, it is quite normal that the method of regime can vary according to the conditions of societies. He recommended acting based on timeless rules rather than the changes that vary according to conditions and places. He also stated that the regime which Islam approves is a combination of kingdom and democracy in his lines dealing with methods of regime. To him, kingdom is the method of regime of empire. Empire is the regime in which various nationalities live together with all their differences and interact with one another intensely and in which the rulers rule over wide borders. On the other hand, Islamic world lost its edges of empire, changed its regime and divided to nation states after the decline of the Ottoman Empire and Mughal Empire which were established by Muslims. On the contrary, westerners attempted to establish a head empire several times after building nation states in Europe. Some of them are UN, NATO, EU, to name but a few.
In our opinion, in the transition process of Muslim rulers from empire to nation state, Hamīdullah made an offer to accomodate Islamic law in state law, Islamic politic and administrative principles in politics and administration practices, Islamic education system in education system, and principles of Islamic economics in economic decisions of government using the Prophet Muhammed’s life as a base. He also explained to Muslims that the method of regime can be changed and the essential matter is to apply Islamic management principles in such a new situation. He played a role in clearing the way for Muslims by indicating that the method of Islamic regime can be changed according to conditions but the principles of Islam are unalterable. To the writer of these lines, Hamīdullah intimates that it is not so true to stick to the form of the process in Muslim territories in which a compulsory transition from the empires or multinational social structures to the nation state structures have been experienced for the last two ages. However, the first matter to dwell on should be whether the ruler of the government behaves in accoradance with the principles of Islam or not. To Hamīdullah, the second matter is that even though Muslim countries had to enter in the process of becoming nation states, Muslims should make an effort to establish supra-state associations as required by Islam. In this respect, Hamīdullah’s proposal is “High Caliphate Council”.
This council is a considerable offer presented to Muslim countries in the age when a universal caliphate is not possible and Muslims head towards a unified state form all over the world. Today, this offer recommends countries of which great majority is Muslims and in which Muslims are minority to meet on a common ground rather than conflict because of differences among them. The High Caliphate Council is an institute consists of presidents or hereditary administrators as leading and regular members and so it avoids regional competition. It is established by Muslim presidents who shares the chair alternately. Based on this, all Muslim presidents play a role altogether in this council without need to be Sunni, Shia, or from Quraysh.
The High Caliphate Council is a reflection of a dream, which started a century and half a century ago but is required more today. It is also a reflection of the discourse of “Islamic Union” in Contemporary Islamic Thought. The Caliphate Council and International Islamic Legists’ Association, which is the first practical step of the council can be seen as the theory of a new world order based on the unity principle of Islam. Hamīdullah does not consider this order not only in the range of belief but also with the aim of institutionalizing ‘ijmā (consensus of Islamic legists) and qiyās(legal analogy). He stated that International Islamic Legists’ Association, which is a scientific institution could not be established beforetime by Muslims spread on three continents due to lacking of communication among them. However, thanks to today’s possibilities, the establishment of such association is easier today. Hamīdullah found dynamic solutions such these two institutions for the realization of caliphate, which is a religious necessity . He marked an era for Muslims in the period of time when they are on a quest.
History of Islam Muhammad Hamīdullah Caliphate High Caliphate Council International Islamic Legists’ Association
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2018 |
Submission Date | July 11, 2018 |
Published in Issue | Year 2018 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.