Çağdaş İslam düşüncesinin en temel problem alanlarından biri din-devlet ilişkisidir. İslam toplumlarında bu ilişki oldukça tartışmalı bir konudur. Bilindiği gibi gerek din gerek devlet sağlıklı bir toplumsal düzen ve toplumsal hayat için son derece önemli iki sosyal kurumdur. İslam tarihinde Hz. Peygamberin vefatından sonra ilk çıkan ihtilaf ‘hilafet’ meselesidir, yani din ve devlet ilişkisinin nasıl ve hangi ilkeler çerçevesinde kurulacağıdır. Bu ihtilafın belli ölçüde hala devam ettiğini söylemek mümkündür. Günümüzde modern toplumlarında din ve devlet ilişkileri bağlamında üretilmiş en kullanışlı enstrüman laiklik ilkesidir. 1923 yılında Atatürk ve bir grup vatanperver silah arkadaşının öncülüğünde Müslüman çoğunluklu bir modern ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti anayasa, cumhuriyet, hukuk, insan hakları ilkelerinin yanı sıra laiklik ilkesini de benimsemiştir.
Bilindiği gibi, 20. yüzyılın ortaları itibariyle İslam dünyasında siyasî bağımsızlığını elde eden pek çok devlet ortaya çıktı. Bağımsızlık sonrası dönemde, bu devletler ulus inşa ederken, daha ziyade Batıdan ödünç alınan ve seküler paradigma tarafından çok fazla etkilenen gelişme modelleri benimsediler. Bu devletlerde din ve siyaset tamamen ayrılmasa da, uygulanan seküler politikalarla iktidarları, devletleri ve hükümet kurumlarını meşrulaştırma kaynağı olarak İslam’ın devlet ve toplum katındaki rolü büyük ölçüde sınırlandı. Bunun istisnası olan birçok hükümet, anayasalarında İslam’a bazı atıflar yapmak suretiyle ılımlı bir İslamî görünüm sergiledi. Dolayısıyla Müslüman toplumlarda veya devletlerde din ve devlet ilişkisi tam anlamıyla sağlam bir denge üzerine inşa edilemedi. Bugün bile genelde modern dünyada, daha özelde ise laik bir devlette İslam’ın yeri ve rolü ile demokrasi, çoğulculuk ve din özgürlüğüne bakışı gibi konular yaklaşık bir asrı aşkın bir zamandan beri tartışılmaya devam etmektedir. Bu tartışmalar bağlamında Türkiye’den Seyyit Bey, Türkiye dışından ise Abdullahî Ahmet Naim, Ali Abdürrâzık, Abdülaziz Saçedina, Yusuf Kardavi, Raşit Gannuşi, Tarık Ramazan, Mustafa Ceriç, Nurçoliş Macit vb. isimler sayılabilir.
Bu makalede konu çağdaş İslam düşüncesi içerisinde el alınırken Ali Abdürrâzık’ın (1887-1966) görüşleri örneğinden hareket edilecektir. Onun Türkiye’de hilâfetin kaldırılmasından bir yıl sonra 1925 yılında İslâm’da siyasî otoritenin mahiyetine dair kaleme aldığı ve 1927 yılında İslâmiyet ve Hükümet adıyla Ömer Rıza Doğrul tarafından Türkçeye tercüme edilen el-İslâm ve Uṣûlü’l-Hükm adlı kitabında İslam’da din, devlet, hilafet, saltanat ve siyaset hakkında çeşitli değerlendirmeler yer almaktadır. Klasik literatürde şer’î bir gereklilik olarak görülen hilâfetin dinî ve aklî bir dayanağının olmadığı tezini savunan, dolayısıyla hilafet meselesinde geleneksel algının bütünüyle karşısında yer alan Abdürrâzık’a göre, İslam dini herhangi bir devlet modeli öngörmez, yani siyasi anlamda herhangi bir düzenleme yapmamış, bu hususu topluma bırakmıştır. O, Hz. Peygamberin rolünün siyasi bir lider değil, dini bir otorite olduğunu savunur. Özellikle radikal ve selefi bazı akımların Şeriat devleti adına din ve devlet ilişkisini maniple etmeye çalıştıkları günümüzde onun bu görüşlerinin ne anlam ifade ettiği bu makalenin ana tartışma konusudur.
One of the main problem areas of contemporary Islamic thought is the relationship between religion and state. This relationship in Islamic societies is a highly controversial issue. As we know, both religion and state are the two most important social institutions for a healthy social order and social life. After the death of the Prophet Mohammad, the first dispute in Islamic history is the issue of the Caliphate, namely how will the relationship between religion and state be established. It is possible to say that this dispute still continues to some extent. Today, the most useful instrument produced in the context of the relationship between religion and state in modern society is the principle of secularism (laicite). In 1923, the Republic of Turkey with Muslim-majority, founded as a modern nation state by Ataturk and his patriotic friends, has also adopted the principle of secularism, as well as constitution, republic, law, and human rights.
As it is known, many states have emerged in the Islamic world by achieving political independence as of the middle of the 20th century. In this period, these states have adopted the development patterns borrowed from the West and much affected by the secular paradigm, while building nations. Even if religion and politics have not completely separated in these states, by applying secular policies, the role of Islam in the state and society as a source of legitimating states, and governmental institutions has been severely limited. Apart from this, many governments have gained a moderate Islamic appearance by making some references to Islam in their constitutions. Thus, in the Muslim societies or states, the relationship between religion and state could not be perfectly built on a sound balance. Even today, such issues as the role of Islam in the modern world, particularly in a secular state, and its views of democracy, pluralism and religious freedom, have remained on the agenda for a century. In the context of this debate, some names such as Sayyid Bey, A. an-Naim A. Abd al-Raziq, A. Sachedina, N. Madjid, al-Qaradavi, al-Ghannouchi, Tariq Ramadan, Mustafa Ceric, etc. can be counted.
In this study, the relationship between religion and state will be examined in the context of the contemporary Islamic thought by the example of Ali Abd al-Raziq (1887-1966). His book al-Islâm and Uṣûl al-Hukm published in 1925, a year after the abolition of the Caliphate in Turkey, has contained some information and analyses about the nature of political authority in Islam, and about the following subjects such as religion, state, caliphate, reign, and politics. In 1927, this book translated into Turkish by Omer Rıza Dogrul, with the name of Islam and Government. According to Abd al-Raziq, Islam does not foresee a state model, left it to society; Islam wants social power, not political power, and the role of the Prophet is not a political leader but he is a religious authority. He lies entirely against the traditional understanding of Caliphate by claiming the argument that there is no religious and rational foundation of the Caliphate, which is regarded as a necessity of Shari’a in the classical literature.
It is the main debate of this study that what do these views mean for today’s world, especially for radical and Salafi movements trying to manipulate the understanding the relationship between religion and state in the name of the Sharia state.
Contemporary Islamic Thought Ali Abd al-Rāziq Religion and State Relation Secularism Caliphate
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | December 25, 2020 |
Submission Date | October 9, 2020 |
Published in Issue | Year 2020 Volume: 20 Issue: 2 |
Correspondence Address
Cukurova University, Faculty of Theology, Balcali Campus, 01330, Saricam/Adana.