This study aims to reveal that all religion-science debates, which deal with religion and science in a comparative way, present them as alternatives to each other and show the two sides as if they are in competition, are essentially fictional. This debate, which emerged as a reflex against the discourses produced about the religion-science relations in the Middle Ages after the scientific revolution and modern thought in the West, took place in different forms in the Islamic world. However, we observe that almost all of the discourses produced in this way take place in a way that accepts the authority of science and centers science by affirming all aspects. In other words, in the religion-science debate that took place after the aforementioned periods, science has always been defined as a legitimate field that is not open to discussion, and religious discourse has been compelled to act in accordance with the scientific data of the period. In such an approach, science is elevated to a position that expresses the absolute truth in every situation, and religion is forced to comply with this exemplary institution of truth. However, some changes in the world of science in the last century show that science does not actually provide us with the perfect truth, that scientific data is accepted according to periodic usefulness, and these acceptances are also affected by some personal and social factors. That is, science does not offer us objective reality, but the practical form in which reality is perceived in our minds. The most influential theory that reveals that science is not perfect and does not have absolute objectivity and certainty is Thomas S. Kuhn's theory of paradigms. With this theory, Kuhn revealed the invalidity of the claims of infallibility and immutability imposed on them, without devaluing scientific claims and without falling into a rigid subjectivism, and laid the foundations of a new view towards science, parallel to the shaking of the idea of unlimited trust in reason in philosophy. Some other developments in the world of science also show us that scientific data is always open to change. So, equating science with religion, which is a field of discourse that is open to being affected by periodic and personal conditions and therefore dependent on change, will be a problematic approach in terms of the universal claims of religion. In order to overcome this problem, the borders of religion and science should be well drawn, and the point at which these two fields can come together should be clearly revealed. As a result of this effort, it will be understood that religion and science are two different fields that do not aim to offer alternatives to each other. In other words, a scientific data should never be put into discussion with the data of religion. This situation does not seem possible from a theoretical and methodological point of view. For example, by combining the theory of evolution, which is a scientific claim, with religions' narratives of creation, to initiate a debate between religion and science, or to declare one of the two claims true and the other false; It will mean that religion, which aims to make a statement about the subject, is put into a fictional struggle. Or, by juxtaposing a narrative about the history of the prophets with the claims of the science of history, to seek support from the science of history or to conclude that there is an inconsistency between them would be to force two distant claims together. Religious texts are not the ground on which the accuracy of scientific claims about the formation of humanity will be checked. Or the narratives about the first man in religious texts should not be considered as the thesis or antithesis of a scientific claim. In this study, based on Thomas S. Kuhn's views on the extent to which scientific claims can represent absolute truth, we argue that the fact that religion and science, which have different goals, are presented in competition as alternatives to each other, is not actually compatible with the essence of both fields, that is, between religion and science. We aim to justify that the alleged debates or tensions are actually fictions that have no reality.
Bu çalışma din ile bilimi karşılaştırmalı bir biçimde ele alıp birbirinin alternatifi olarak ortaya koyan ve iki tarafı bir rekabet içindeymiş gibi gösteren bütün din-bilim tartışmalarının özünde bir kurgudan ibaret olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir. Batı’da bilimsel devrim ve modern düşünce sonrasında, Orta Çağ’daki din-bilim ilişkilerine dair üretilmiş söylemlere karşı bir refleks biçiminde ortaya çıkmış olan bu tartışma, İslâm dünyasında da farklı biçimlerde yer almıştır. Ancak bu minvalde üretilmiş söylemlerin neredeyse tamamının, bilimin otoritesini kabul eden ve bilimi her yönüyle olumlayarak merkeze alan bir biçimde gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Yani bahsi geçen dönemlerden sonra gerçekleşen din-bilim tartışmasında bilim, her zaman tartışmaya kapalı meşru bir alan olarak tanımlanmış ve dinî söylem dönemin bilimsel verilerine uyumlu hareket etmek zorunda bırakılmıştır. Bu tür bir yaklaşımda bilim her durumda mutlak doğruyu ifade eden bir konuma yükseltilmiş olmakta, din ise bu doğruluk timsali kuruma uymak zorunda bırakılmaktadır. Ancak son yüzyılda bilim dünyasında yaşanan bazı değişiklikler aslında bilimin bize kusursuz doğruyu sunmadığını, bilimsel verilerin dönemsel işe yararlığa göre kabul edildiğini ve bu kabullerin de kişisel ve toplumsal bazı unsurlar tarafından etkilendiğini göstermektedir. Yani bilim bize nesnel gerçekliği değil gerçekliğin bizim zihnimizde algılandığı pratik şeklini sunmaktadır. Bilimin kusursuz olmadığını, mutlak bir nesnellik ve kesinlik taşımadığını ortaya koyan en etkili teori ise Thomas S. Kuhn’un paradigmalar teorisidir. Bu teoriyle Kuhn, hem bilimsel iddiaları değersizleştirmeden hem de katı bir sübjektivizme kapılmadan, onlara yüklenen yanılmazlık ve değişmezlik iddialarının geçersizliğini ortaya koymuş, felsefede akla duyulan sınırsız güven fikrinin sarsılmasına paralel biçimde bilime karşı oluşan yeni bir bakışın temellerini atmıştır. Bilim dünyasında yaşanan başka bazı gelişmeler yine bize göstermektedir ki bilimsel veriler sürekli değişmeye açıktır. Öyleyse dönemsel ve kişisel şartlardan etkilenmeye açık olan, bu sebeple de değişmeye bağımlı bir söylem alanı olan bilimin dinle eşitlenmesi, dinin evrensel iddiaları açısından sorunlu bir yaklaşım olacaktır. Söz konusu sorunu aşmak için ise din ile bilimin sınırları iyi çizilmeli, bu iki alanın hangi noktalarda bir araya gelebilecekleri konusu net bir biçimde ortaya konmalıdır. Bu çabanın sonucunda din ile bilimin aslında birbirlerine alternatif sunmayı hedeflemeyen iki farklı alan olduğu anlaşılacaktır. Yani bilimsel bir veri hiçbir durumda dinin verileriyle tartışmaya sokulmamalıdır. Bu durum teorik ve metodolojik açıdan mümkün gözükmemektedir. Örneğin bilimsel bir iddia olma özelliği taşıyan evrim teorisini dinlerin yaratılışa dair anlatılarıyla bir araya getirerek din ile bilim arasında bir tartışma başlatmak ya da her iki iddiadan birini doğru diğeri yanlış ilan etmek, hedefi olguya dair bilimsel açıklama yapmak olan bilimle, dünya ve yaşamın değer ve anlamına dair açıklama yapmayı hedefleyen dinin kurgusal bir mücadeleye sokulması anlamına gelecektir. Ya da peygamberler tarihiyle ilgili bir anlatıyı tarih biliminin iddialarıyla yan yana getirerek tarih biliminden destek aramak veya aralarında bir tutarsızlık olduğu biçiminde bir sonuca gitmek, birbirinden uzak iki iddiayı bir araya getirmeye zorlamak olacaktır. İnsanlığın oluşumuna dair bilimsel iddiaların doğruluğunun denetleneceği zemin dinî metinler değildir. Veya dinî metinlerde yer alan ilk insanla ilgili anlatılar bilimsel bir iddianın tezi ya da anti tezi olarak değerlendirilmemelidir. Biz de bu çalışmada Thomas S. Kuhn’un bilimsel iddiaların mutlak doğruyu ne derece temsil edebileceğiyle ilgili görüşlerinden hareket ederek, farklı hedefleri olan din ile bilimin birbirlerinin alternatifi olarak bir rekabet içinde sunulmalarının aslında her iki alanın da özüne uygun olmadığını, yani din-bilim arasında yaşandığı iddia edilen tartışmaların veya gerilimin aslında gerçekliği olmayan birer kurgudan ibaret olduğunu temellendirmeyi hedeflemekteyiz.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religion, Society and Culture Studies |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Early Pub Date | June 29, 2023 |
Publication Date | June 30, 2023 |
Submission Date | January 11, 2023 |
Published in Issue | Year 2023 Volume: 22 Issue: 1 |
Hitit Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License (CC BY NC).