Various themes were covered in Arabic poetry during the Age of Ignorance. With the arrival and spread of Islam, changes and evolutions took place in Arab society, so interaction with other civilizations became inevitable. As a result of this, new genres such as eulogy, ghazal, elegy and fakhir became a part of the major trends over the centuries. Among the themes was divine love, which lends itself well to eulogy and ghazal. In such poetry, beginning with Rābiʿa al-ʿAdawiyya (d. 185/801 [?]), poets would express their love and enthusiasm for God. The greatest representative of the divine love theme in Arabic literature is undoubtedly Ibn al-Fāriḍ (d. 632/1235), who is considered as the representative of Sufis with individual philosophical tendencies in Egypt, where mystical schools were extremely strong during the Ayyubid period. In his poetry, Ibn al-Fāriḍ expressed his love, longing and ecstasy for his Lord and described his maqām and ḥāl, besides the nature of his glory in his shuhūd. Al-Fāriḍ’s qaṣīdas helped feel not only the joy of ghazal and khamriyyāt poetry but also the satisfaction of the sublime and spiritual feelings. Therefore, Ibn al-Fāriḍ’s poetry received response from every walk of the society and appealed to people of all dispositions and status by touching common human feelings.
The commentary culture, which occupies a key place in the Islamic scholarly tradition, is not limited to syntax, logic and theological texts; hundreds of commentaries have been written on the dīwāns of leading poets. While no commentaries have been written on some poetry or such commentaries have not reached the present day, the dīwāns of some poets have been commented on many times by commentators with different tendencies. Obviously, it is possible to say that the abundance of these commentaries is directly proportional to the poet's skill in using literary arts, along with the strength of his intellectual/philosophical background. Various commentators have interpreted the dīwān and particularly the Taʾiyya and Khamriyya qaṣīdas by Ibn al-Fāriḍ, who was a very fortunate poet to benefit from the commentary tradition. For example, the Taʾiyya qaṣīda has been commented on by five different commentators, in Turkish alone. In his study, Yaşar Seracettin Baytar devoted a separate chapter to the commentaries on al-Fāriḍ’s dīwān and introduced them. The commentaries by two of these commentators, al-Būrīnī and al-Nāblusī, were compiled and published in a single book. In the present study, the differences of interpretation between these two commentators were examined based on a single qaṣīda with approximately sixty couplets. When these commentaries are comparatively read, one could see how different meanings the commentators can attribute to the same phrase.
Our observations revealed that al-Būrīnī emphasised language and literary features, while al-Nāblusī highlighted mystical inferences. Therefore, both commentators can definitely contribute to comprehension when reading Ibn al-Fāriḍ. The point that should be particularly emphasised is that Ibn al-Fāriḍ is a God-loving poet known as Ṣulṭān al-ʿĀshiqīn. In his poetry, there is the manifestation, in a human heart, of the abstract beauty of the Creator, who is invisible, and the expression of the excitement and effervescence experienced in the emotional world of the person who receives these manifestations. The wording is full of symbols of mysterious states that defy description unless they are tased and observed. Therefore, it is apparently not possible to fully benefit from Ibn al-Fāriḍ because the subjects of his poetry are based on taste, not on description and teaching. Therefore, it can be said that the commentaries on his poems by the people of pleasure and discovery could be more beneficial. In this respect, as a result of the study, the commentary by al-Nāblusī, written on Ibn al-Fāriḍ’s work was preferred and recommended, albeit the sample of the study was limited to a single qaṣīda.
Cahiliye dönemi Arap şiirinde belli başlı temalar işlenmekte idi. İslam’ın gelişi ve yayılışı ile birlikte Arap toplumunda değişim ve dönüşümler yaşandı, başka medeniyetlerle etkileşim kaçınılmaz oldu. Bunun bir sonucu olarak methiye, gazel, mersiye ve fahir gibi ana akımı oluşturan temalara asırlar içerisinde yenileri eklendi. Bunlardan birisi de esas itibariyle methiye ve gazelî unsurları barındıran aşk-ı ilâhî teması olmuştur. Râbia el-Adeviyye (ö. 185/801 [?]) ile başlayan bu tür şiirlerde şair, Allah’a karşı duyduğu sevgi ve şevkini dile getirirdi. Aşk-ı ilahi temasının Arap edebiyatında en büyük temsilcisi kuşkusuz İbnü'l-Fârız’dır. (ö. 632/1235). Tasavvufi ekollerin son derece güçlü olduğu Eyyubiler dönemi Mısır’ında bireysel felsefi eğilimli sufilerin temsilcisi kabul edilen İbnü'l-Fârız, şiirlerinde rabbine karşı duyduğu aşk, özlem ve vecdini, makam ve hallerini ve şuhûdunda mazhar oluşunun keyfiyetini dile getirmiştir. Şairin kasidelerinde bir taraftan gazel ve hamriyât şiirlerinin neşvesi, diğer taraftan da ulvi ve ruhani hislerin tatmini hâsıl olmaktaydı. Bu yüzden İbnü'l-Fârız’ın şiirleri toplumun her kesiminde karşılık bulmuş ve ortak beşeri duygulara dokunarak her meşrep ve seviye sahiplerine hitap etmiştir.
İslam ilim geleneğinde önemli bir yere sahip olan şerh yazma kültürü sadece nahiv, mantık ve kelamî metinlerle sınırlı kalmamış önemli şairlerin divanları üzerine de yüzlerce şerhler kaleme alınmıştır. Bazı şairlerin şiirleri hiç şerh edilmezken yahut şerhi günümüze ulaşmazken kimi şairlerin divanı onlarca kez farklı eğilimde şârihler tarafından şerh edilmiştir. Bu şerhlerin çokluğu tabi ki şairin edebi sanatları kullanmakta mahareti ve düşünsel/felsefi arka planın güçlülüğü ile doğru orantılıdır denilebilir. Şerh geleneğinden istifade etmekte oldukça kısmetli bir şair olan İbnü'l-Fârız’ın divanı özellikle de Tâ’iyye ve Hamriyye kasideleri günümüze kadar pek çok kez muhtelif şârihlerce yorumlanmıştır. Örneğin Tâ’iyye kasidesi sadece Türkçe olarak dahi beş farklı şârih tarafından şerh edilmiştir. Yaşar Seracettin Baytar, çalışmasında şairin divanı üzerine yapılmış şerhlere dair müstakil bir başlık açmış ve eserleri tanıtmıştır. Bu şârihlerden olan Bûrînî ve Nâblusî’nin şerhleri tek bir kitap haline getirilmiş ve yayımlanmıştır. Bu çalışmada bu iki şârihin yorum farklılıkları yaklaşık altmış beyitlik tek bir kaside özelinde daraltılarak incelenmiştir. Bu şerhler mukayese edilerek okunduğunda, şârihlerin aynı ibareye ne kadar farklı anlamlar yükleyebildikleri görünmektedir.
Gözlemlerimize göre dil ve edebi özelliklere Bûrînî, tasavvufi çıkarımlara ise Nâblusî tarafından dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla bir İbnü'l-Fârız okuması yapılırken her iki şârihin anlamaya katkısı mutlaka olacaktır. Burada özellikle vurgulanması gereken husus şudur ki İbnü'l-Fârız, Sultanu’l-aşıkîn unvanıyla tanınan Allah aşığı bir şairdir. Onun şiirlerinde, gaybî olan yaratıcının mücerret olan cemalinin beşeri bir kalbe tecelli etmesi ve o tecellilere mazhar olanın his dünyasında yaşanan heyecan ve galeyanın ifadesi vardır. Tadılmadan hatta müşahede edilmeden tabiri mümkün olmayan esrarengiz haletlerin sembollerle dolu anlatımı söz konusudur. Dolayısıyla İbnü'l-Fârız’dan tamamıyla istifade etmek mümkün görülmemektedir denilebilir. Zira bahsettiği mevzular, tarif ve talime değil zevke dayalıdır. O halde Onun şiirlerine yine ehl-i zevk ve keşf tarafından yapılan şerhlerin daha faydalı olacağı söylenebilir. Bu açıdan çalışmanın sonucu olarak, tek bir kasideyi numune alarak da olsa İbnü'l-Fârız şerhinde Nâblusî şerhini tercih ve tavsiye edilmiştir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 19, 2023 |
Submission Date | May 22, 2022 |
Published in Issue | Year 2023 Issue: 49 |