Ebeveynlerin kendilerine ait olan malları çocuklarına dilediği gibi paylaştırıp paylaştıramayacağı, günümüzde sıkça karşılaşılan problemlerden birisidir. Mülkiyet hakkının bir gereği olarak insanlar sahip olduğu eşyayı dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarruf etme hakkına sahiptir. Bu yüzden edâ ehliyetine sahip olan ebeveynler, hayatta iken malının tamamını yabancı birisine bağışlayabileceği gibi çocukları arasında da dilediği gibi paylaştırabilir. Ebeveynlerin hayatta iken çocuklarına mal verme gibi bir mecburiyeti yoktur; ancak çocuklar arasında bir mal paylaşımına giderse, adâlete riayet etmesi ve eşit davranması gerekir. Çünkü ayrımcılık ve eşitsizlik, çocuklar arasında kin ve nefret duygularının ortaya çıkmasına, dargınlık ve soğukluğa, nihayetinde aile bağlarının zedelenmesine yol açabilir. Çocuklar arasında mal paylaştırılırken adâlet ve eşitliğin dinî gerekliliği hususunda herhangi bir ihtilaf yoktur, ancak bunların gözetilmediği durumlarda yapılan tasarrufun hukuken geçerli olup olmadığı ya da bu meselede eşitliğin hukukî bir zorunluluk (vücûb) olup olmadığı tartışmalıdır. Konuyla ilgili doktrinde biri mendup, diğeri vacip olmak üzere iki görüş bulunmaktadır. Erken dönem hukukçuların yanı sıra Hanbelî ve Zahirî mezhebine göre ebeveynlerin bu konuda adâlet ve eşitliği sağlaması hukuki bir zorunluluktur. Bu sebeple meşru bir gerekçe olmadığı sürece adâlet ve eşitliğin sağlanması vâcip (farz), ayrımcılık yapılması da haramdır. Adâlet ve eşitliğin gözetilmesi, hukuki bir zorunluluk olunca bu şartı taşımayan işlemler de hukuki açıdan geçersiz (bâtıl) sayılır ve hiçbir sonuç doğurmaz. Hanefî, Şafiî ve Malikî fakihlerinin de içinde bulunduğu diğer görüş sahiplerine göre ise meşru bir gerekçe olmadığı sürece ebeveynlerin bu konuda eşit davranması müstehap, ayrımcılık yapması mekruhtur. Bu görüşü savunanlara göre adâlet ve eşitlik dinen gözetilmesi gereken bir şart olsa da, hukukî bir zorunluluk değildir. Bu yüzden ayrımcılık yapan kişi, dinin hoş karşılamadığı bir fiili yaparak günahkâr olsa da yaptığı bağışlar hukuken geçerlidir, teslim-tesellüm gerçekleşmişse sonuçlarını doğurur. Yapılan hibe işlemi geçerli kabul edilince kişinin vefatından önce de sonra da hiç kimsenin itiraz etme ve buna karışma hakkı yoktur. Çünkü bu tasarruf kişinin kendi mülkündeki tasarrufudur ve aynî bir hak olması hasebiyle hiç kimse buna karışamaz.
Adâlet ve eşitliğe riayet edilmediği durumlarda -varislere zarar vereceği gerekçesiyle- yapılan tasarrufun yargı yoluyla sınırlandırılması ya da tamamen geçersiz sayılması gerektiğine dair bazı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak iddia edilen bu görüşlerin kapsamlı bir şekilde tahlil edilmesi gerekmektedir. Öncelikle bireylerin hayatta iken çocuklarına yaptığı mal paylaşımının bir miras taksimi olmadığını ve bunun miras hükümleri çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini ifade etmek gerekir. Çünkü miras hukuku ile mirasçılık vasıfları, kişinin ölümünden sonra doğan bir haktır ve insanlar bu haklarını ancak kişinin ölümüyle kazanırlar. Bu sebeple İslâm hukukuna göre taraflar arasındaki bu ilişkinin varis-muris şeklinde konumlandırılması veya vasiyete kıyas edilerek üçte biri aşan tasarrufların geçerli olmadığını ya da varislere zarar vereceği gerekçesiyle insanların mubah alandaki tasarruf yetkisinin sınırlandırılabileceğini ileri sürmek isabetli bir yaklaşım değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım, farklı olan iki şeyin birbirine kıyas edilmesi (kıyâs ma’a’l-fârık) sonucunu doğurmaktadır.
Günümüzde insanlar, miras haklarının ihlal edildiğini düşünerek yapılan bağışlar ile devir işlemlerini hemen durdurmak veya derhal bu tasarrufları iptal ettirmek istemektedirler. Ancak günümüz hukukuna göre de bağışta bulunan kişi hayatta iken dava açılarak bu işlemin sınırlandırılması ya da iptal ettirilmesi mümkün değildir. Çünkü bu işlem, akıl sağlığı yerinde olan kişinin kendi mülkünde gerçekleştirdiği bir tasarruf olduğu için hiç kimsenin buna karışma hakkı yoktur. Zira mülkiyet hakkı, sınırsız aynî bir hak olması hasebiyle insana sahip olduğu eşya üzerinde dilediği gibi tasarruf etme yetkisini sağlar. Genel kural böyle olmakla birlikte kişinin sağlığında iken yaptığı tasarruflar çocukların yasal paylarının yarısını (saklı pay) aşmışsa, -İslâm hukukunun aksine- günümüz hukukuna göre ebeveynlerin ölümünden sonra dava açılabilmektedir. Bu çalışmada ebeveynlerin çocuklarına mal verirken adâlete riayet etmediği durumlarda yapılan bağışın hukuken geçerli olup olmadığı, böyle bir tasarrufun yargı yoluyla sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı ele alınarak Türk medeni hukukundaki mevcut durumu gösterilmeye çalışılmıştır.
Whether parents can distribute their property among their children as they wish is one of the problems frequently encountered today. As a required consequence of the ownership right, people have the right to use, benefit and dispose of their property as they wish. For this reason, parents who have the full legal capacity to act can donate their entire property to a stranger while they are alive, or they can share it among their children as they wish. Parents are not obligated to give property to their children while they are alive; however, If they distribute their property between their children, they must abide by justice and treat them equally. Because discrimination and inequality cause feelings of hate, resentment and coldness among children and ultimately damage the family ties. While there is no dispute about the religious necessity of observing justice and equality when distributing property among children, it is debated whether the dispositions in which justice and equality are not observed are legally valid, or whether observing equality is a legal obligation in this matter. In this regard, there are two views (ijtihād) in the doctrine, one mustaḥabb/mandūb and the other wājib. According to Ḥanbalī and Ẓāhirī schools as well as early mujtahid jurists, it is a legal obligation for parents to ensure justice and equality on this subject. For this reason, observing justice and equality is wājib and discrimination is haram (prohibited) unless there is a legitimate reason. Since the observance of justice and equality is a legal obligation, transactions that do not meet this requirement will be legally invalid (bāṭil) and will not yield any results. According to the other view adopted by Ḥanafī, Shāfiī and Mālikī jurists, it is mandūb that parents act equally on this issue unless there is a legitimate reason, and it is makrūh (reproachable) to discriminate. Although justice and equality are conditions that must be observed religiously, their observance is not a legal obligation. Therefore, even if the discriminating person becomes a sinner by committing an act that is not tolerated by the religion, the donations that he/she made are legally valid, and have consequences if acceptance has taken place. Even if the aforementioned transaction is accepted as valid, no one has the right to object or interfere with it before or after the death of the person. Because the dispositions in question are the dispositions on one's own property and since they are a real right, no one has the right to interfere with them.
Some opinions have been recently put forward that such a disposition should be limited by the judiciary or it should be considered completely invalid on the grounds that they will harm the heirs. However, such views and their justifications need to be analyzed comprehensively in terms of both Islamic law and contemporary law. First of all, it should be stated that the distribution of property made by individuals to their children while they are alive is not a division through inheritance and it cannot be evaluated within the framework of inheritance provisions. Because inheritance law and the qualifications of inheritance are a right that arises after the death of the person, and people gain these rights only with the death of the person. Therefore, according to Islamic law, it is not accurate to locate this relationship between the parties as heir-testators, or to argue that dispositions exceeding one-third of estate by comparison with the will are not valid, or that people's power of disposition within the permissible limits may be limited on the grounds that it will harm the heirs. Because such an approach results in comparing two different things (qiyās ma‘a al-fāriq).
Today, people think that their inheritance rights are violated and they want to stop the transfer process through donations or have such dispositions canceled immediately. However, according to today's law, it is not possible to limit or cancel such transactions by filing a lawsuit while the person is alive. Because the transactions in question are a disposition of the sane person on his own property and no one has the right to interfere with it. Because the ownership right is an unlimited real right, it gives people the right to dispose of the goods they own as they wish. Although this is the general rule, if the dispositions made by the person on his own property while he is healthy are in such a way that exceeds half of the legal shares of the children (reserved portion), contrary to the Islamic law, according to today's law, a lawsuit can be filed after the parents’ death. For the reasons mentioned above, first of all, in this study, it will be discussed whether the dispositions made in cases where the parents discriminate among their children are legally valid and whether such dispositions can be limited through the judiciary, and then the current situation of this subject in Turkish Civil Code will be presented.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religion, Society and Culture Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2022 |
Submission Date | August 10, 2022 |
Published in Issue | Year 2022 Issue: 40 |