Rudyard Kipling 1889 tarihli Doğu Batı Baladı’na “Ah Doğu Doğudur, Batı da Batı; bu ikisi asla bir araya
gelmeyecektir” (Oh, East is East, and West is West, and never the twain shall meet) mısraları ile başlar. Sonraki
mısralarında Doğu ve Batı arasındaki bu uçurumun mahkeme-i kübra’ya kadar kapanmayacağını belirten bu
şiir, uluslararası herhangi bir krizde bazı köşe yazılarında yeniden hatırlanır. Aktüalite bencil, şiddet düşkünü
ve saldırgan bir geçmişin kalıntılarını gün yüzüne çıkarırken yaşanan krizin aslında daha büyük bir problemin
ürünü olduğu vurgulanır: uygarlık problemi. Bilindiği üzere uygarlık, uygarlaşma, muasırlaşma, modernleşme
gibi yakın anlamlı birçok kavram toplumsal farklılıkları tasnif edip tipleştiren ve zaman içinde ideal bir toplum
türünün hayatta kalacağını öngören evrimci bir söylemle iç içe geçmiştir. Bununla birlikte toplumsal evrim
düşüncesinin, günümüz uygar insanına, unutmaya çalıştığı hayvansal kökenlerini, sömürgeci günahlarını ya da
geçmişteki hezimetlerini hatırlattığından 19. yüzyıldaki cazibesini kaybettiği de bir gerçektir. Tarihin, ideolojinin
veya meta-anlatıların sonu hakkındaki söylemlerin şekillendirdiği çağdaş düşüncenin, eski tarih felsefelerinin
ikiliklerinden (Doğu-Batı, barbar-uygar, irrasyonel-rasyonel) arınmaya çalıştığı bir sır değildir. Hatta günümüz
insan bilimlerindeki en popüler trendlerden birinin, eski toplumsal açıklamaların işlediği günahları açığa
çıkarmak olduğu söylenebilir. Post-modern yaklaşımların modern uygarlıkla yaptığı radikal hesaplaşma ise adeta
şiirin müteakip mısralarının haklılığını selamlar. Fakat eski tartışmalarının içindeki tüm rahatsızlıklar ortaya
dökülmesine rağmen, uygarlık problemi neden hâlâ bireysel kanılarımızı yönlendirmekte ve toplumun gizli
gündem maddesini oluşturmaya devam etmektedir? Gündelik hayatımızda ufak bir aksaklık ortaya çıktığında
neden her seferinde uygarlık seviyemizi hatırlarız? İletişim devrimi insanlar arasındaki mesafeleri kaldırarak
dünyayı “küresel bir köy” haline getirmişken neden uygarlıklar arasında geçilmez sınırlar varmış gibi hissederiz?
Bu çalışmada “dünya tarihinin” çağdaş bir yorumu olan 1940 sonrası uygarlık/uygarlıklar formasyonu Talcott
Parsons’ın tarih okuması bağlamında ele alınacaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş sonrasında dünyanın
yeni merkez ülkesi haline gelmesiyle, dünya tarihinin ve uygarlıkların da bu güncel gelişme doğrultusunda
okunmasını gerekli görüldü. Fordist-Keynesgil toplum modelini genel bir sistem kuramı olarak formüle eden
Talcott Parsons’ın düşünceleri, yalnızca ileri kapitalist toplumların güncel hayatını biçimlendirmekle kalmadı.
Onun geçmiş uygarlıkları, çağdaş toplumun ortaya çıkışındaki bir bayrak yarışçısı olarak gören tarih anlayışı,
Batı-dışı toplumsal yapıların açıklanmasında, modernleşme kuramcıları tarafından asli bir referans kaynağı
olarak kullanılmıştır. Toplumların geçmişten bugüne değişimlerini ele alan bu muktedir uygarlık yorumunu üç
başlıkta inceleyeceğiz. Öncelikle savaş sonrası süreçte çağdaş toplumsal yapı ve ilişkileri geçmiş uygarlıkların
asli gayesi olarak gören Parsons’ın sistem kuramını, ikinci olarak orta döneminde kaleme aldığı toplumsal
evrim ve uygarlık süreci hakkındaki görüşlerini ele almaya çalışacağız. Yapısal-işlevselciliğin yanıtsız bıraktığı
sorulardan biri olan değişim problemini açıklamak adına tarihsel uygarlıklara yönelen Parsons’ın teleolojik
okuması, toplumsal değişmenin fiziksel ve doğal koşullara adapte olamamaktan doğan içsel bir etkinin sonucu
olduğunu ileri sürer. Bu iddia tarihsel farklılıkları ölçülebilir ve kıyaslanabilir bir niceliğe indirgediğinden Batıdışı
uygarlıkların toplumsal yapı ve kültürel özgünlüklerini kapitalist sistemin soyut mantığı ile bütünleştirmeye
olanak tanır. Bu sosyolojik okumanın dışarda kalanların içeriye nasıl ve ne ölçüde dahil edileceğine dair belirlediği
kuramsal yol haritası, Soğuk Savaş dönemi uluslar arası ilişkilerde, en azından bir taraf için, reddedilmez bir
armağandır. Bu bağlamda çalışmada üçüncü olarak toplumlar arasındaki iktidar ilişkilerini sistem dışı bir unsur, bir anlamda “zorunlu kötülük” olarak meşrulaştıran bu okumanın soğuk savaş sürecinde Batı-dışı dünya için
kullanıldığı güncel bir uygulama alanı olarak “modernleşme kuramını” ele alacağız. Nitekim 1960 sonrası siyasal
iklimde varlık kazanan bu kuramın, temsilcileri ve temel görüşleri eski nüfuzunu kaybetmesine rağmen, temel
kabullerinin günümüz uygarlık tahayyülünü biçimlendirmeye dolaylı olarak devam etmektedir.
Rudyard Kipling’s The Ballad of East and West begins with the verses “Oh, East is East, and West is West,/
And never the twain shall meet.” As an eschatological proof of the never-ending divide between East and
West, these lines are often cited by writers and journalists in an international crisis. The current crisis is a
product of a bigger problem, while actuality is rediscovering the heritage of a selfish, violent, and agressive
past. Many concepts, such as civility, civilization and modernization, come into play in an evolutionist discourse
that categorizes and differentiates social differences and predicts that an ideal society will survive over time.
Social evolutionism may not be a basic form of explanation today as it was in the nineteenth century. It reminds
us of our zoological origins, our colonial sins, and the ruins of history. Contemporary thought, shaped by the
discussion of the end of history, the end of ideology, or the end of the meta-narratives has been distilled from
the dualities of old–fashioned philosophies (East-West, barbarian-civilized, irrational-rational, etc.). A recent
popular trend is to confess the sins of old social scientific accounts. So, the apocalyptic atmosphere in the
subsequent verses of poems can be felt in radical criticisms of post-modern approaches to modern civilization.
How can debates on civilization still be in the forefront of the individual or collective, even though all the
crimes of civilization have been revealed? Why do we remember where we are in civilization when there is a
small hitch in our daily lives? Why is it still important to determine the distance between civilizations when the
communication revolution has removed distance between people and turned the world into a “global village”
(unity/conflict)? In this paper, we will try to deal with the reconstruction of the concept of contemporary
civilization in the context of Talcott Parsons’ reading of civilization. The fact that the United States became
the new central country of the world after World War II necessitated the re-reading of world history in line
with current developments. The thought of Talcott Parsons, who formulated the Fordist-Keynesian welfare
society model as a general system theory, did not only shape the advanced capitalist societies; at the same
time his understanding of history, which treats civilizations as a relay runner for contemporary society, is an
essential reference for modernization theorists in the description of non-Western social structures. First, we
will consider Parsons’ social system theory, which regards modern social structure and relationships as the
ultimate goal that past civilizations were trying to achieve. We will then try to address his views on the social
evolution and civilization process. Parsons’ teleological reading of historical civilizations in order to explain
the problem of change as one of the questions that structural-functionalism leaves unanswered suggests
that social change is caused by an internal influence that arises from non-adaptation to physical and natural
conditions. This reading, which legitimizes relations of power among societies as a “theodicial necessity” in a
sense, is an inspiration to the “modernization theory” of the wide field of application in the non-Western world
during the Cold War period. It is especially important that this theory, which was developed in the post-1960s
political climate (although some of its representatives and basic views lose their old influence) is based on the
actual civilization assumption.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | March 26, 2019 |
Published in Issue | Year 2018 Volume: 38 Issue: 2 |