Her daim kadınların karakter yapıları zayıf, duygusal
ve müşfik olarak addedilmiş ve onların sadece belirli meslek gruplarında
çalışabilecekleri düşünülmüştür. Biyolojik farklılıklar sebebiyle de evin ve ev
halkının bakımı kadınlara yüklenmiştir. Geleceği inşa etmenin kadınların görevi
olduğu inancı, evi kadınların ait olduğu tek mekan haline getirmiş ve böylece
evler, evli veya bekar olmaları fark etmeksizin, tüm kadınlar için birer
hücreye dönüşmüştür. Kadınların ilk zamanlardan itibaren muzdarip olduğu bu
baskı ilk olarak aile içinde oluşmakta ve daha sonra ataerkil toplumlarda
etkisini giderek arttırmaktadır. Bu makale, yazı üsluplarının yanı sıra yeni
edebi türler de yaratmış; birbirine taban tabana zıt iki farklı topluma, dine
ve geçmişe ait iki önemli yazar olan Sevim Burak ve Ursula K. Le Guin’in
eserlerini yeniden ele almakta ve yazarların, ataerkil toplumlarda edindikleri
kadın olma deneyiminden yola çıkarak benzer feminist konular üzerinde
durduklarını iddia etmektedir. Yazarların çalışmalarında bireysel ve toplumsal
güçler tarafından sistematik olarak baskı altına alınmış kadın karakterler ile
karşılaşmaktayız. Bu bağlamda makale, Burak ve Le Guin’in bu baskıyı
kendilerine özgü biçimlerde ifade etmelerine rağmen, her ikisinin de evliliği
bir tür bireysel baskı olarak gördüğünü ve evliliğin kadınlara yaptığı baskının
çalışmalarına benzer şekillerde yansıdığını iddia etmektedir. Bu durum, hangi
toplumda olursa olsun, kadınların yaşadıkları deneyimlerin birbirine yakın
olduğunu ve bu deneyimlerin edebiyata da bu şekilde yansıdığını
kanıtlamaktadır.
Since the beginning of history women have been regarded as
weak, emotional, caring and thought to be suitable for some jobs and not the
others; due to the biological differences, they have been regarded the
nurturers of the family, the care taker of house. The belief that it is women’s
job to generate the future has made house the only place where she belongs and
thus becoming a cell for not only wives but also unmarried women. The
oppression that most women suffer from since the very beginning originates
mainly in families and further develops in patriarchal societies. This article
revisits the works of Sevim Burak and Ursula K. Le Guin as two significant
authors from very contrasting societies, religions and backgrounds, creating
different genres as well as writing styles and it claims that as a consequence
of experiencing womanhood in patriarchal societies they explore on very
parallel feminist themes. In their works, we come across with women characters
who are systematically oppressed by individual or collective forces. In this context
this article proposes that much as Burak and Le Guin differ in representing the
oppression in their unique ways, they both consider marriage as a form of
individual oppression and the very similar ways marriage oppresses women are
presented in their works, which proves that regardless of the society,
experiences of women are similar so are the ways they are included in
literature.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Creative Arts and Writing |
Journal Section | English Language and Literature |
Authors | |
Publication Date | December 31, 2019 |
Submission Date | July 31, 2019 |
Acceptance Date | November 28, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 Vol 18 IDEA Special Issue |