The issue of added to the texts is analysed under the heading of naskh in most books of ‘uṣūl al-fiqh. However, these sources do not contain a specific definition that proves what added to the texts is. When the sources that discuss the subject are examined in detail, it can be seen that the subject has a complex structure that includes many questions such as the nature of the concept of texts in the term added to the texts; the effect of addition to the evidence of texts itself or on its judgement; the types of addition in terms of being contiguous or non-contiguous to adding to the texts; and the ruling of addition in the context of naskh and takhṣīṣ. The issue of added to the texts has been the subject of debate between the ‘Irāqī Ḥanafī methodologists and the kalām methodologists on issues such as the ruling of addition in the context of naskh and takhṣīṣ, and the possibility and permissibility of adding a new ruling to the Qur‘ān text by the Sunnah. In the following centuries, the Ḥanafī methodologists of Samarkand were also involved in these debates. However, it can be said that the jurists of Samarkand followed a path and attitude similar to the method of the kalām methodologists in the discussions on the ruling of added to the texts and the problem of the proof of addition. According to the ‘Irāqī Ḥanafī methodologists, the ruling of added to the texts means the naskh of a previously legitimised ruling, i.e., naskh. For this reason, according to them, the Sunnah and the Qur‘ān cannot be abrogated except for mutawātir and mashūr ḥadīth. In fact, this disagreement arises from the conditions of acceptance that the method of the ‘Irāqī Ḥanafī methodologists put forward for the āhād ḥadīth and the presupposition that it is impossible to add a new ruling to the Qur‘ān, which expresses certainty, with the news that expresses certainty. In this dispute, the main argument that distinguishes the method of Ḥanafī jurists, from the method of the kalām is that the Sunnah is presented to the Qur‘ān to ensure the integrity between the evidence of the Qur‘ān and the Sunnah. However, the kalām jurists belonging to the school of ḥadīth, except of Imam Mālik, understood the issue of the Sunnah's submission to the Qur‘ān as a rejection of the Sunnah and therefore rejected it altogether. According to the majority, except for the ‘Irāqī Hanafi jurists, the ruling of addition is not annihilation, but declaration and specification. According to them, added to the texts means the reiteration of a previously legitimised ruling as it is, and at the same time the annexation of a new ruling to it in a way that does not abrogate the first ruling. According to this view, this addition to the texts is not a naskh, but a takhṣīṣ, since the Sunnah's provision of the punishment of exile to the Qur‘ān provision of the punishment of jaldah, which is ordered to be applied to the bachelor who commits adultery, does not legitimise the Qur‘ān provision. Likewise, the condition of being a believer added for the slave to be freed as expiation does not remove the right to free a slave who is not a believer for the expiation of zihar. To better understand the dispute between the parties, it is necessary to examine the examples mentioned in the books of furūʿ al-fiqh to determine which of the concepts of annihilation or takhṣīṣ the issue corresponds to. For these reasons, we will try to understand the views of the scholars of ‘uṣūl al-fiqh on the subject in terms of the evidence they rely on and the examples they give, rather than theoretically, and try to make a choice.
Nass üzerine ziyâde meselesi çoğu usûl-i fıkıh kitabının nesh başlığı altında incelenmektedir. Ancak bu kaynaklarda nass üzerine ziyâde’nin gerçekte ne olduğunu kanıtlayan belli başlı bir tanıma rastlanılmamıştır. Konuyla ilgili tartışmaya yer veren kaynalar detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında konunun; nass üzerine ziyâde terkibinde geçen nass kavramının mahiyeti; ziyâde’nin nass delilinin bizzat kendisine yahut hükmüne etkisi; mezîdün aleyhe munfasıl ya da mukârin olması yönüyle ziyâde’nin çeşitleri; nesh ve tahsis bağlamında ziyâde’nin hükmü gibi bünyesinde pek çok soruyu barındıran kompleks bir yapıya sahip olduğu görülebilmektedir. Nass üzerine ziyâde meselesi, Irak fukahâsı ile mütekellim usulcüler arasında, nesh ve tahsis bağlamında ziyâde’nin hükmü ve Haber-i vâhidin Kur’an metnine yeni bir hüküm ilave etmesinin imkân ve cevazı gibi hususlarda tartışma konusu olmuştur. Sonraki yüzyıllarda Semerkand Hanefî fukahâsının da bu tartışmalara müdâhil olduğu görülmektedir. Ancak nass üzerine ziyâde’nin hükmü ve ziyâde delilinin sübut problemi tartışmalarında Semerkant fukahâsının mütekellim metoduna benzer bir yol ve tavır izlediği söylenebilir. Irak Hanefî fukahâsına göre nass üzerine ziyâde’nin hükmü evvelce meşru kılınmış bir hükmün kaldırılması, yani nesh anlamı taşımaktadır. Bu nedenle onlara göre mütevâtir ve meşhur haberlerin dışında kalan Sünnet ile Kur’an nesh edilemez. Haddi zatında bu ihtilaf, fukahâ metodunun âhâd haberlerle ilgili öne sürdükleri kabul şartları ile zanniyyet ifade eden Haber-i vâhidle kat‘iyyet ifade eden Kur’an’a yeni bir hüküm ilave etmenin imkansız olduğu ön kabulünden kaynaklanmaktadır. Bu ihtilafta fukahâyı mütekellim metodundan ayıran temel argüman; Kur’an ve Sünnet delilleri arasındaki bütünlüğü sağlamak amacına matuf olarak Sünnetin Kur’an’a arz edilmesidir. Ancak İmam Mâlik dışında kalan ehli hadis ekolüne mensup mütekellim usulcüler, Sünnetin Kur’an’a arzı meselesini Sünneti reddetmek şeklinde anladıkları için tümden reddetme cihetine gitmişlerdir. Irak Hanefî fukahâsı dışında kalan cumhura göre ise ziyâde’nin hükmü nesh değil, beyan ve tahsistir. Onlara göre nass üzerine ziyâde; evvelce meşru kılınmış bir hükmün olduğu gibi takriri ile aynı zamanda ilk hükmü ortadan kaldırmayacak şekilde yeni bir hükmün ona ilhak edilmesi anlamına gelmektedir. Bu görüşe göre; Kur’an ile sâbit zina eden bekara uygulanması emredilen celde cezası hükmüne, Sünnet ile sâbit sürgün cezası hükmü, Kur’an ile sâbit hükmü meşru olmaktan çıkartmadığı için nass üzerine yapılan bu ziyâde nesh değil, tahsis hükmündedir. Aynı şekilde keffâret olarak âzât edilecek köle için ilave edilen mü'min olma şartı da zıhar keffâreti için mü’min olmayan bir kölenin azat edilme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Taraflar arasındaki ihtilafın daha iyi anlaşılabilmesi için furû‘ fıkıh kitaplarında söz konusu edilen örnekler incelenerek konunun nesh ya da tahsis kavramlarından hangisine karşılık geldiğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Biz de bu nedenlerle çalışmayı usul bilginlerinin konuya ilişkin görüşlerini teorik olmaktan çok dayandıkları delil ve verdikleri örnekler etrafında anlamaya ve bir tercihte bulunmaya çalışacağız.
İslam Hukuku Fıkıh Nass Âhâd Haber Nass Üzerine Ziyâde Nesh Tahsîs
Makale Etik Beyan Onayı Gerektirmemektedir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Islamic Law |
Journal Section | RESEARCH ARTICLES |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2024 |
Submission Date | March 24, 2024 |
Acceptance Date | June 27, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 11 Issue: 1 |