ÖZ
İnsanlık tarihinin hemen her döneminde çeşitli sebeplerden kaynaklı meydan gelen göç/iltica, günümüzde çok daha ciddi bir olgu olarak karşımızdadır. Dinsel, ırksal, cinsel, kültürel, politik vb. sebeplerden dolayı baskı ve zulüm gören/görme korkusu yaşayan kimselerin meydana getirdikleri iltica hareketinin temelinde can güvenliği ve yaşam hakkı bulunmaktadır. Söz konusu sebep veya sebeplerle kendi vatanlarını terk etmek zorunda kalıp başka ülkelere sığınmak mecburiyetinde kalan mültecilerin korunması ahlakî olmakla birlikte hukukî bir zorunluluktur. Bundan dolayı iltica hakkı tarihin her döneminde dinlerin ve geleneksel hukukun korumaya çalıştığı bir hak olmuştur. Bu konuda nihayet Avrupa’da yabancıların tabi olacakları hukukî rejim konusunda kısmî düzenlemeler içeren 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle önemli bir adım atılmıştır. En önemli açılım ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin koruyuculuğunu üstlendiği 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’yle sağlanmıştır. Bu iki sözleşme metni, mülteci hukukunun korunması konusunda halen de geçerliliğini koruyan temel iki hukukî metin olarak kabul edilmektedir. Mülteci hukukunun korunması konusunda İslâm’ın tavrı ise nettir. Zira, insanlar arasındaki ırk, renk, dil gibi arızî ayrımları tanışma ve kaynaşma için birer vesile kabul eden İslâm hem davetinin evrensel olması hem de dinde zorlamayı kabul etmemesi ilkeleriyle müslümanlarla gayr’ı-müslimlerin bir arada yaşadığı bir dünya tasavvurunu esas almıştır. Kur’ân’ın Tevbe sûresinin emân âyeti olarak bilinen 6. âyeti ile özellikle Nisâ sûresinin 89. ve 90. âyetleri mültecilerle ilgili özel hükümler içermektedir. Aslında nübüvvetin Mekke döneminde bir grup sahâbînin Habeşistan’a hicret edip Necâşî nezdinde sığınma talebinde bulunmaları ve daha sonra Akabe bey’atlarını takiben bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye hicret etmesi iltica fikriyle ilgili önemli verileri ortaya koymaktadır. Hanefî hukukçusu Serahsî’inin, “müste’men, dârü’l-İslâm’da ehl’i-zimmet mesabesindedir” şeklindeki ifadesi de iltica konusunda İslâm hukukundaki genel eğilimi ortaya koymaktadır. Tüm bu veriler, mültecileri kendi vatandaşlarıyla eşit saymada ileri derecede olan İslâm hukukunun diğer hukuklara göre bariz bir farka ve önceliğe sahip olduğunu belgelemektedir.
Teşekkür ederim.
ABSTRACT
Migration has occurred for several reasons throughout history, but it is currently a far more serious issue. An asylum movement, started by oppressed and persecuted individuals or fear being oppressed and persecuted for religious, racial, sexual, cultural, political, and other reasons, is based on the security of life and the right to life. The protection of refugees, flee their homes and seeking asylum elsewhere because of the aforementioned reason(s), is both a moral and legal obligation. Religions and traditional law have therefore worked to safeguard the right to asylum throughout history. The 1948 UDHR, containing certain provisions on the legal environment foreigners would face in Europe, represented a major advancement in this regard. The UNHCR provided the most significant opening with the 1951 Geneva Convention and the 1967 Protocol. These two texts are acknowledged as the major legal texts still relevant and legitimate for refugee law protection. Islam's position on refugee law protection is unequivocal. Because Islam, which sees inherent differences between people such as race, color, and language as opportunities for meeting and mixing, is based on the vision of a world where Muslims and non-Muslims coexist, its universal call, and the principle that it rejects religious compulsion. The Qur’an 9:6, known as the verse of security provision, and particularly the Qur’an 4:89-90, provide provisions for refugees. Indeed, some companions' migration to Abyssinia in seeking asylum by Najashi during the prophethood’s Makkah period, and the Prophet’s own migration to Medina after the Aqabah pledges reveal signification information about asylum. The Hanafi jurist Sarakhsi's remark that "musta'min are similar to ahl al-dhimma in dar al-Islam" also indicates the prevalent view in Islamic law about asylum. All of these facts show that Islamic law, advanced in treating migrants as equal to Muslims, stands apart from and surpasses other laws.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Law in Context |
Journal Section | Araştırma Makaleleri (Research Articles) |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2022 |
Published in Issue | Year 2022 Volume: 5 Issue: 2 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.