Aile, hukuk ve ekonomiyle beraber insanlık tarihinin en kadim kurumların başında gelen din, gerek fert ve cemiyet hayatında gerekse kültür ve uygarlıkların meydana gelmesinde adeta katalizör bir rol oynamıştır. Dini inançlar da ilkçağlardan günümüze değin insanlığın zihinsel gelişimini ve manevi evrimini etkileyerek gündelik hayatı mümkün kılan ilişkilerin ve birlikte yaşamayı sağlayan yasaların ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Böylece binlerce yıldan bu yana varlığını devam ettiren dinler, hem insanların ve toplulukların içinde yaşadıkları ve inşa ettikleri sosyal düzeni (nomos) meşrulaştıran hem de kutsal evreni (kozmos) anlamlandıran sembolik gerçeklikler olmuştur. Aslında bu sembolik gerçekliği ete kemiğe büründüren ve son tahlilde insanı bir homo religious haline getiren şey, insanın yüreğini ve aklını sarsan, iradesini ve gücünü sınırlandıran, hayatını anlamsız ve beyhude bir çabaya dönüştüren ama aynı zamanda da bu dünyayı çekilmez, bilinmez, korkutucu ve büyüleyici bir sır’a dönüştürerek gerçekliğin tüm tanımlarını alt üst eden ölüm düşüncesidir. İnsanın anlam/mana ve düzen arayışının bir neticesi olarak karşımıza çıkan dinlerin bütün çabası da bu düşünceyi -ölümü- anlaşılabilir ve katlanılabilir kılmaya yönelik olmuştur. Dolayısıyla dinlerin ontolojik dayanağının temelinde ölüm düşüncesinin yattığını iddia eden bu makale, dünya kurma sürecinde stratejik bir rol oynayan dinlerin hem teolojik izahını yapmaya hem de dinlerin varlık nedeninin ölüm gerçeği olduğu fikrini ele almaya çalışmıştır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | November 22, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 17 Issue: 2 |