Felsefe tarihinin Platon’dan Hegel’e kadar olan bölümü büyük metafizik dizgeleri barındırır. Geleneğe atıf yapan bu izlek, içerdiği sıradışı figürlerle birlikte belirli bir süreklilik içermez. Fakat bu geleneksel çizginin müstesna figürleri bir kenara bırakıldığında, Hegel’e değin oluşmuş olan felsefi mirasın evrensellik, özdeşlik, tümellik vb. idealler doğrultusunda ilerlediği göze çarpar. Mezkur ideallerin zirvesini ifade eden Hegel’den sonra ise felsefenin akıbetinin ne olacağı sıklıkla tartışılmış bir probleme işaret eder. Bu problem felsefelerini Hegel’e karşı/rağmen oluşturan postmodern ya da postyapısalcı filozofların eserlerini baştan sona kuşatır. Özellikle kapalı sistemlerin özdeşlik idealine karşı, farklılıkların ve tekilliklerin onaylandığı bir felsefenin izini süren postmodern ve postyapısalcı düşünürler, Hegel düşüncesinden sıyrılabilmek için sıklıkla geleneğin dışında konumlanan Nietzsche’ye başvururlar.
Bu bağlamda iki düşünürde de bulunan köle ve efendi kavramlarından hareket eden Deleuze, Nietzsche’nin efendi ve köle ahlâklarına ilişkin tespitlerinin doğrudan Hegelci efendi-köle diyalektiğine bir cevap olduğunu düşünür. Bu tartışmalı iddianın da ele alınacağı bu yazıda, öncelikli olarak Hegel ve Nietzsche’nin efendi ve köle ilişkisine dair düşünceleri ve bu düşüncelerin hangi bağlamda ele alınması gerektiği üzerinde durulacak; sonrasında ise Deleuze’ün iddiasının ayrıntılarına değinilecektir. Sonuç bölümünde ise Deleuze’ün iddiasının geçerliliği tartışılarak, bu iddianın aslında Deleuze’ün farklılık üzerine inşa etmeye çalıştığı ontolojisinin bir sonucu ya da uzantısı olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Philosophy |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | July 30, 2020 |
Submission Date | February 19, 2020 |
Published in Issue | Year 2020 Issue: 13 |