İlk göç kuramcısı George Ravenstein’den bugüne dek göç hareketleri incelendiğinde bireylerin iyi bir gelir elde etmek, eğitim, ulaşım, sağlık, yeme-içme gibi hizmetlerinden ve kentsel alanlardaki büyüme rantlarından faydalanmak, gibi çeşitli nedenlerle göç ettikleri görülmektedir. Bu sebeplere ek olarak son yıllarda küresel ısınma ve iklim değişikliği de önemli göç nedenleri arasında değerlendirilmektedir. Nitekim Uluslararası Göç Örgütü tarafından 2017 yılında yayımlanan “2018 Dünya Göç raporunda” 2008 – 2017 yılları arasında her yıl ortalama 25,3 milyon insanın afetler sebebiyle göç ettiği, bu göç eden bireylerin de yaklaşık %97’si sel, fırtına, kuraklık gibi iklim değişikliğinden kaynaklı nedenlerle yer değiştirdiği ifade edilmiştir. Bu doğrultuda canlı yaşamını olumsuz etkileyen bir durum olan iklim değişikliği sonucunda göç eden bireyler iklim mültecileri olarak ifade edilmeye başlanmıştır. Ancak 1951 Cenevre Sözleşmesinde mülteci tanımına bakıldığında bu bireylerin mülteci olarak kabul edilemeyeceği görülmektedir. Mülteci statüsünü alamayacağı kesin olan kişiler uluslararası korumadan da yararlanamamakta ve dolayısıyla sığınmacı olarak da kabul edilmemektedir. Bu durum iklim mültecileri açısından uluslararası hukukta bir statü boşluğu yaratmaktadır. Bu durumun en temel nedeni ise yoğun bir göç tehdidi altında olan ülkelerin iklim mültecilerini yasal bir zemine dayandırıp ekonomi, güvenlik ve diğer benzeri alanlarda kendilerini ayrı bir külfet altına sokmak istememeleridir. Bu çalışma da iklim mültecilerinin uluslararası hukuk ve Türkiye’deki yasal statüsüne değinilecektir. Ardından iklim mültecilerinin gelecekte ortaya çıkarabileceği potansiyel sorunlara değinilip bu sorunlara Türkiye özelinde getirilebilecek çözüm önerileri vurgulanacaktır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Environment and Culture |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 18, 2019 |
Submission Date | October 13, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 Volume: 2 Issue: 2 |