“Human Rights” and “Democracy” are the most prevailing concepts highlighted in constitutions prepared in the light of the “Freedom”, “Progress” and “Human is valuable quintessentially” principles which became prominent with the Enlightenment Philosophy. With the semantic shift of the word “human” from the abstract individual to the real person, respect for human rights, primarily the “right to live” and “freedom of expression” have to be legally secured by means of constitutions. In today’s world where modern political systems maintain their existences in the pivot of the key words “pluralism” and “respect for human rights”, we cannot deny that the understanding of Social Constitutional State has become widespread even in countries that yearn for democracy. A state system in which the individuals’ basic rights and freedoms are secured by means of constitution and which is free from prejudices and which is based on an understanding of freedom and tolerance is the system embraced by modern human. Since Magna Carta and Habeas Corpus Act, humanity has been in the pursuit of constitutional evolutions to be free and to defeat oppression and exploitation. Given the fact that novel deals with social facts, we can say that there is a relation between literature and law. We will discuss the approaches of authors with a legist background to human rights and democracy in their works and let others to continue the hot debate on whether legal texts have a literary aspect or not.
Aydınlanma felsefesinin öne çıkardığı; “Özgürlük”, “İlerleme” ve “İnsanın özü gereği bir değer taşıdığı” ilkeleri ışığında hazırlanan anayasalarda “İnsan Hakları” ve “Demokrasi” en fazla önemsenen kavramlardır. “İnsan” kelimesinin soyut bireyden, somut kişiye uzanan anlamsal değişimiyle birlikte, insan haklarına saygı; başta “yaşam hakkı” ve “fikir özgürlüğü” olmak üzere, anayasalarla hukuksal güvence altına alınmalıdır. Modern siyasal sistemlerin “Çoğulculuk” ve “İnsan Haklarına Saygı” anahtar kelimeleri ekseninde varlıklarını sürdürdüğü günümüz dünyasında, Sosyal Hukuk Devleti anlayışının demokrasi özlemi çeken coğrafyalarda bile yayıldığı gerçeğini yadsıyamayız. Bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin kanunlarla güvence altına alındığı, vatandaşına karşı peşin yargılardan uzak, özgürlük ve hoşgörü anlayışına dayalı devlet sistemleri, modern insanın benimsediği bir devlet sistemidir. Magna Carta’dan, Habeas Corpus Act’a; oradan çağdaş anayasalara varıncaya kadar insanlık özgürleşme, baskı ve sömürüden kurtulmak için anayasal evrimler peşindedir. Edebiyat ve hukuk arasındaki ilişkiyi ortaya koymanın yolu, toplumsal yaşamda hukukun gerekliliğini temellendirmekten geçer. Sosyal bir varlık olan insanın toplumsal yaşamını düzenlemesi hukuk kurallarını ortaya çıkarmıştır. İnsan, toplum denilen bir sosyal çevre içerisinde doğar, yaşar ve ölür. Tek tek insanlar geçicidir; fakat toplumlar süreklidir. Toplumun en küçük birimi ve temeli aile olsa da Devlet, sosyal ve siyasal anlamda toplumu temsil eden en üstün güçtür. Irk, din, bölge ve siyasal niteliklere bağlı olarak farklı yönetim anlayışlarını uygulasa da toplumsal ilişkileri düzenlemede devlet ortak bir hukuk belirlemek zorundadır. Sosyal anlamda din, ahlâk, ekonomi ve görgü kuralları işte bu yasal düzene göre uygulanır. Romanın toplumsal olguları ele aldığı gerçeğinden hareketle; edebiyat ve hukuk arasında bir ilgi vardır. Hukuk metinlerinin edebî yönünün olup olmadığı tartışıladursun, bu bildiride hukukçu yazarların romanlarında insan hakları ve demokrasi kavramlarına yaklaşımları ele alınacaktır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Haziran 2012 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2012 |