Osmanlı Devleti’nin kuruluş
döneminde medrese-tekke müesseseleri arasında ciddi bir denge kurulmuş, tekke
çevreleriyle medrese çevrelerinin yakınlaşması sağlanmıştır. Muhyiddin
Arabî’nin Ekberiyye mektebinin önemli bir temsilcisi olan Davud-i Kayserî 1331’de
İznik’te kurulan ilk medresenin başına,
aynı düşünce ekolünden Molla Fenarî ise ilk defa tesis edilen şeyhülislamlık
makamına getirilmiştir. Bu sayede tasavvufî düşünce Osmanlı medrese sistemine
ve ilmiye sınıfına nüfuz etmiş, mutasavvıf alim tipi yaygınlaşmıştır. Medrese
eğitimini ikmal ettikten sonra tekke eğitimine de vakıf olan mutasvvıf
alimlerin eserleri kelam, fıkıh ve tasavvufu mezcederek meseleleri küllî bir
bakış açısıyla zahir ve batın perspektifinden ele almışlardır. Fakat bu denge
zamanla bozulmuş ve tarikat mensuplarıyla devlet adamları ve medrese çevreleri
arasında gerginlikler yaşanmıştır. Bu gerginliğin odak noktasında
İbnü’I-Arabî’nin dile getirdiği bazı görüşler ile cehrî zikir, sema, devran
gibi hususlar yer almıştır. Şeyhülislam İbn Kemal gibi bazı alimler
İbnü’l-Arabî lehinde fetvalar verirken, XVI. Yüzyılda yaşamış olan Sinoplu
Abdülbarî b. Turhan, İbrahim b. Muhammed Halebî, Şeyhülislam Çivizade Muhyiddin
Mehmed Efendi gibi alimler ise İbnü’l-Arabî'nin görüşlerine karşı çıkmaya devam
etmişlerdir. XVll. yüzyılda ortaya çıkarak Osmanlı ilmiye sınıfına otuz yıl
civarında damgasını vuran Kadızadeliler ise tasavvufî düşünceye muhalefeti
devam ettirmişlerdir.
Biz bu çalışmamızda Osmanlı
Dönemi’nin önemli bir tasavvuf muhalifi olan Nebî b. Turhan es-Sinobî’yi ele
alçağız. “Hayâtü’l Kulûb”ve “Risale fi Vahdetü'l-Vücud” adlı eserlerinde
Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hazretleri’nin şahsıyla özdeşleşmiş olan vahdet-i vücûd/tevhîd-i
vücûdî anlayışı başta olmak üzere tasavvuf ekolüne tekfire varan aşırılıkta
yönelttiği ağır eleştirileri değerlendireceğiz. Onun şahsında Osmanlı döneminde
etkili olup günümüze kadar tesirini sürdüren “dinde tasfiyecilik/puritanizm”
akımını ele alacağız. Böylelikle Sinoplu bir âlimin fikir ve düşünce dünyasını
ve geçmişten günümüze entelektüel düzeyde önemli bir çatışma alanı olan
zâhir-bâtın meselesini objektif bir şekilde nazara vermeye çalışacağız.
During the foundation period of the Ottoman State a serious balance was established between the madrasa and tekke establishments and the proximity of the tekke and medrasa establishments was ensured. Davud-i Kayseri, an important representative of Muhyiddin Arabi's Ekberiyye school, was introduced to the first medalist in Iznik in 1331, and Molla Fenari, the same school of thought, was brought to the shahlism authority, which was established for the first time. Sûfi thought penetrated into the Ottoman madrasa system and the class of theology, and the type of scholarship became widespread. After finishing the madrasah education, the works of the scholars, who are also knowledgeable in the tekke education, have handled kalam, fõkõh and mysticism from the perspective of bounty and waters with a comprehensive viewpoint. But this balance has deteriorated over time and tensions have been experienced between members of the sect and the statesmen and the madrasa. Some of the ideas expressed by Ibn al-Arabi in the focus of this tension include cehri zikir, sema, devran. Some scholars such as Shaykh al-Islam Ibn Kemal gave fetches in favor of Ibn al-Arabi, XVI. The Sino-centric Abdulbarî b.Turhan, Abraham b. Muhammad Halebi, Sheikhulislam Civizade Muhyiddin Mehmed Efendi, scholars continued to oppose the views of Ibn al-Arabi. XVII. The Kadõzadelis, which emerged in the 20th century and stamped the Ottoman scholarly class for thirty years, continued opposition to the Sufi Thought.
In this study, we will see that the Ottoman period was an important mystic opponent, Nebî b. We have dealt with Turhan es-Sinobî. In his works titled “Hayâtü'l Kulûb”and “Risale fi Vahdeti'l-Vucud”, Muhyiddin Ibn al-Arabi, who is identified with the personality of his personality, especially the sense of wahdat-i vücûd / tevhîd-i wujûdî we will evaluate the criticism. We will deal with the “flow of puritanism” in his persona, which was effective in the Ottoman period and sustained as much as the day-to-day effect. In this way, we will try to objectively present the world of ideas and ideas of a Sinopian scholar and the eemingly inevitable field of conflict, which is an important area of conflict in the past, on a day-to-day intellectual level.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 10 Eylül 2019 |
Kabul Tarihi | 15 Ağustos 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 7 Sayı: 19 |