Öz
Türk edebiyatında, 2000-2020 yılları arasında yazılmış yirmi yedi adet anne başlıklı hikâye ve roman tespit edilmiştir. Bu eserler tematik olarak sınıflandırılmış; aralarından tabakalı örneklemle seçilmiş olanlar psikanalizm (psikanalitik feminizm) ve logoterapi metotlarından uygun olanlarla incelenmiştir. Eserlerdeki anne karakterlerinin ruh çözümlemeleri yapılarak belli sonuçlara ulaşılmıştır. İncelenen eserlerin çoğunda, annelik ve bireysel var oluş bir arada olamayacakmış gibi yansıtılır. İncelenen eserlerin bazılarında hukuki ve özlük haklarını kullanamayan kadınlardan bahsedilir. Az sayıda hikâye, kadınların eğitimli olmalarına karşın toplumsal hayata katılamamalarını ve ev hayatına mahkûm olmalarını eleştirir. Cinsiyet ayrımcılığının zararlarının vurgulandığı eserlerde, kadına “eş ve anne” olmalarından ziyade “önce insan” muamelesi yapılması gerektiğinin altı çizilir. Edebiyatın, kamuoyunu aydınlatma ve yönlendirme hususundaki etkisinin büyüklüğü göz önüne alınırsa kadına doğru bir perspektiften bakışın yaygınlaşması için daha fazla eserde bu vurgunun yapılması gerektiği açıktır. Kadın, yaradılışı gereği neslin devamını sağlayacak canlıyı üretme yetisine sahiptir. Ancak annelik, kadının genetik olarak getirdiği bir durum olmayıp sosyal bir yapılanmadır. Toplumlar çocuğun yaşaması için anneye gereksinim duyma kuralını benimsemekte ve ekonomik üretimin çocuğa verdiği kıymetle birlikte toplumda annelik değer kazanmakta, annelik ideali de bu koşullarda oluşmaya başlamaktadır. Çalışmamız, kitle iletişim araçları ve edebiyatla da bu idealin öneminin vurgulanması konusunda ufuk açıcı olacaktır.