Genelde sanat, özelde ise edebiyat ait olduğu toplumun sosyal, siyasi, kültürel ve hatta ekonomik hayatının bir yansımasıdır. Bu açıdan roman, sahip olduğu kurgusal yapı ve anlatma yeteneğiyle hemen her dönemde yazarların düşünce dünyasını, toplumsal değerleri, kültürel kodları ifade eden ve aktaran bir araç olmuştur. Akademik bir disiplin olarak sosyoloji, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkar. Bu ortaya çıkışın temelinde değişen dünya düzeni, düşünce ve sanayi devrimi yer alır. Geleneksel değerlerin yerini kanunların almaya başladığı bir yüzyılda, artan insan sayısıyla birlikte toplum merkezli sorunların çözümünde bütüncül ve sistemli bir yol izlenmesi gerekir. Sistematiğini, Batı’da Durkheim’in şekillendirdiği sosyoloji, mevcut bilimlerin toplumsal sorunları çözmede yetersiz kaldığı bir dönemde bir zorunluluk olarak ortaya çıkar.
“Esaret ve özgürlük” hem bireysel hem de toplumsal derinliği olan kavramlardır. Bu kavramlar birey üzerinden öznel bir değerlendirmeye tabi tutulabileceği gibi toplumsal bir çoğulculuk çerçevesinde de incelenebilir. Bu çalışmada “esaret” kavramı, Türk romanına yansıyan toplumsal bir problem olarak ele alınmış ve Kazak, Kırgız ve Özbek romanlarından seçilen örnekler doğrultusunda karşılaştırmalı incelenmiştir. İnceleme için 20. yüzyılın başındaki siyasi ve sosyal olayları -özellikle 1916-1917 olayları- işleyen romanlar örnek alınmıştır. Amaç, farklı tarihlerde ve/veya coğrafyalarda yazılan bu romanlar ışığında, Türk toplumlarının tarihi süreçlerinde derin izler bırakan “esaret” kavramı ve düşüncesinin kurmaca bir tür olan romana, toplumsal derinliği olan sosyolojik bir olay olarak ne denli yansıdığının ortak izlencesini oluşturmaktır.
Art in general, and literature in particular, is a reflection of the social, political, cultural and even economic life of the society to which it belongs. In this respect, the novel, with its fictional structure and narrative ability, has been a tool that expresses and conveys the writers' world of thought, social values, and cultural codes in almost every period. Sociology as an academic discipline emerges in the nineteenth century. The basis of this emergence lies in the changing world order, thought and industrial revolution. In a century where laws have begun to replace traditional values, a holistic and systematic path must be followed in solving society-centered problems with the increasing number of people. Sociology, whose systematics were shaped by Durkheim in the West, emerged as a necessity in a period when existing sciences were insufficient to solve social problems.
“Captivity and freedom” are concepts that have both individual and social depth. These concepts can be subjected to a subjective evaluation on the individual, or they can be examined within the framework of social pluralism. In this study, the concept of "captivity" will be discussed as a social problem reflected in the Turkish novel and will be examined comparatively in the light of sample novels selected from different Turkish states. For the analysis, novels dealing with the political and social events of the early 20th century - especially the events of 1916-1917 - were taken as examples. The aim is to create a common program of how the concept and thought of “captivity”, which left deep traces in the historical processes of Turkish societies living in different dates and/or geographies, is reflected in the novel, which is a fictional genre.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Türkiye Sahası Yeni Türk Edebiyatı |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 28 Mart 2024 |
Gönderilme Tarihi | 29 Şubat 2024 |
Kabul Tarihi | 26 Mart 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 |
Asya Studies dergisinde yer alan eserler Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.