Günahın, imanı ve diğer salih amelleri boşa çıkarmayacağı hususunda birleşen Ehl-i sünnet âlimleri, irtidadından sonra yeniden İslâm’a dönen kişinin ilk Müslümanlık devresinde işlemiş olduğu amellerin durumu hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Genel anlamda Hanefî/Mâtürîdîler doğrudan irtidad ile o amellerin boşa çıkacağını savunurken, Şâfiî/Eş’arîler ise bunun için ayrıca riddet üzere ölümü şart koşmuşlar, tek başına irtidad ile kişinin önceki amellerinin zayi olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Kelâm, fıkıh ve usûl gibi ilimlerle ilişkisi bulunan bu meselede kapsamlı yorumlar daha çok tefsirlerde kendisine yer bulmuştur. Burada Hanefî/Mâtürîdîler, sadece irtidad üzerinden amellerin boşa gideceğinden bahseden Mâide suresi 5/5. ayetini; Şâfiî/Eş’arîler ise bu boşa gitmeyi riddet üzere ölüm haline bağlayan Bakara suresi 2/217. ayetini esas almıştır. Taraflar, birbirlerine karşı ilgili ayetler üzerinden farklı istidlallerde bulunmuş, muhtelif cevaplar vermişlerdir. Bunların içerisinde en esaslı ihtilaf noktasını ise usul tabiriyle mutlak olan ilk ayetin mukayyed konumda bulunan ikinci ayete haml edilip edilmeyeceği meselesi teşkil etmiştir. Hanefî/Mâtürîdîler ilgili ayetler özelinde mutlakın mukayyede hamil şartlarının oluşmadığı düşüncesiyle bu işleme karşı çıkarken, bu konuda daha esnek tavır alan Şâfiî/Eş’arîler ise oluşan şartlar çerçevesinde bu hamil işlemine onay vermiş, buna bağlı olarak da ilgili görüşlerine ulaşmışlardır. Taraflar, ilgili ayetleri değerlendirirken, açıklamalarını, daha çok tertip itibariyle önce gelen ve mukayyed konumda bulunan Bakara suresi 2/217. ayetinin izahında getirmişlerdir. Şâfiî/Eş’arî ilim ehli zaten ilgili ayeti temel aldıkları için onların konuyu inceledikleri yerin bu ilahi kelamın tefsiri olması gayet anlaşılabilir bir husustur. Hanefî/Mâtürîdî zevat ise, daha çok Şâfiî/Eş’arîlerin ayete yükledikleri manaya cevap vermek amacıyla konuyu burada işlemişlerdir. Şâfiî/Eş’arîler, mutlakı mukayyede haml etmelerinin bir gereği olarak konuyla ilgili iki ayetten, Bakara suresi 2/217’yi esas alarak hükümlerini bunun üzerine bina etmişler ve aslında tek ayeti kıstas kabul etmişlerdir. Buna karşılık Hanefî/Mâtürîdîler ise, ilgili iki ayet özelinde mutlakın mukayyede hamil şartlarının gerçekleşmediği iddiasıyla onların her ikisinden ayrı ayrı hüküm çıkarmışlardır. Bu çerçevede ilk ayetten, irtidad üzere ölümün, ebedi hüsranı gerektirmesi, ikinci ayetten ise irtidadın mutlak şekilde amelleri zayi etmesi sonucuna ulaşmışlardır. Burada iki mezhep arasındaki ayrılığın en tipik semeresi, kişinin Müslüman iken yerine getirdiği örneğin hac ibadetini, irtidad sonrası İslâm’a döndüğünde yeniden yapıp yapmayacağı konusunda ortaya çıkmaktadır. Amellerin ancak irtidad üzere ölümle zayi olacağını düşünen Şâfiî/Eş’arîler yeniden hacca gitmeyi gerekli görmezken, ölüm gerçekleşmese de irtidad ile amellerin doğrudan zayi olacağını düşünen Hanefî/Mâtürîdîler ise ilgili kişiyi hac ile sorumlu tutmaktadır. İşte bu çalışmada tarafların savundukları görüşün temel fikri çerçevesi ile muhaliflerine ne tür eleştiriler getirdikleri arka planın izah edilmesine gayret edilecektir.
Kelâm Fıkıh Şâfiî/Eşꜥarîler Hanefî/Mâtürîdîler İrtidad İslâm’a Dönüş
The scholars of Ahl as-Sunnah, who are united in the view that sin will not nullify faith and other good deeds, dissented from opinion on the status of the deeds of the person who converted to Islam after his apostasy, in the first Muslim period. In general, Ḥanafī/Māturīdīs argued that those deeds would be in vain with direct apostasy, while Shāfiʽī/Ash'arīs also stipulated death for this purpose, and claimed that a person's previous deeds would not be lost with apostasy alone. Comprehensive interpretations on this issue have found a place for itself mostly in tafsir rather than disciplines such as kalam, fiqh and usûl. Here, while Ḥanafī/Māturīdīs grounds on verse 5/5 of the Surah al-Ma’idah, which only mentions that deeds will be in vain through apostasy; Shāfiʽī/Ash'arīs is based on verse 2/217 of Surah al-Baqarah, which connects this futility to death as apostasy. The parties made different inferences against each other over the relevant verses and gave various answers. The most fundamental point of disagreement among these was the question of whether the first verse, which is muṭlaq in terms of usūl, should be attributed to the second verse, which is in the position of muqayyad. While Ḥanafī/Māturīdīs objected to this process with the thought that the conditions for attributing muṭlaq to the muqayyad were not met in the relevant verses, Shāfiʽī/Ash'arīs, which took a more flexible stance on this issue, approved this attributing process within the framework of the conditions and accordingly reached their relevant views. When the parties evaluated the relevant verses, they made their explanations mostly in the explanation of the 2/217 verse of the Surah Baqarah, which is prior to the arrangement and is in the position of a muqayyad. Since Shāfiʽī/Ash'arī scholars are already based on the relevant verse, it is quite understandable that the place where they examine the subject is the interpretation of this divine word. Ḥanafī/Māturīdīs , on the other hand, examined the issue here in order to respond to the meaning attributed to the verse by Shāfiʽī/Ash'arīs. Shafi'i/Ash'aris based their judgments on one of the two verses, Surah Baqara, 2/217, as a requirement of attributing mutlaq to the muqayyad, and in fact, accepted a single verse as a criterion. On the other hand, Ḥanafī/Māturīdīs, made separate judgments from both of them, claiming that the conditions for attributing muṭlaq to the muqayyad, were not fulfilled in the two related verses. In this context, they concluded from the first verse that death as apostasy necessitates eternal disappointment, and from the second verse, apostasy absolutely wastes deeds. Here, the most typical result of the separation between the two sects emerges as to whether a person will repeat the pilgrimage, for example, he performed while he was a Muslim when he returns to Islam after apostasy. While the Shāfiʽī/Ash'arīs, who thought that deeds will be wasted only by death due to apostasy, did not consider it necessary to go on pilgrimage again, while Ḥanafī/Māturīdīs, who thought that deeds will be lost directly with apostasy even if death does not occur, held the person responsible for pilgrimage. In this study, it will be tried to explain the basic intellectual framework of the view advocated by the parties and the background of what kind of criticism they brought to their opponents.
Kalām Fiqh Shāfiʽī/Ash Ḥanafī/Māturīdīs Apostasy Return to Islam
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2022 |
Gönderilme Tarihi | 10 Ağustos 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Sayı: 8 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.