Osmanlı Devleti
devletlerarası ilişkilerinde, kuruluşundan itibaren 19. yüzyılın başlarına
kadar, batılı devletlerin uzun yıllar boyunca aralarında kullandıkları
karşılıklı diplomasiden yararlanma gereği duymamıştır. Devlet, gücünün zirvede
olduğu dönemlerde batılı devletlerin tüccar ve elçilerine verdiği aman statüsü
ile diplomasiyi tek taraflı şekilde kullanırken, ihtiyaç duyduğu durumlarda da
fevkalade olarak elçi statüsünde gerekli ülkelere kısa süreli elçiler
göndermişti. Ayrıca devletin geleneksel dış politikası, padişahın otoritesinde
Divan-ı Hümayunda belirlenirken, Reis’ül Küttap sadece divana bağlı katiplerin
reisi olarak görev yapmaktaydı ve dış politikada bağımsız olarak hareket etme
imkanına sahip değildi. Elçi kabulleri, törenler geleneksel uygulamalardan
kaynaklı olarak sürdürülmekteydi. Devlet, kurumları ile batılı tarzda reform
yapmadan evvel, İslam esasına göre dış politikayı yürütürdü. Devletin toprak
kaybetmeye başlaması ve ardından reform ihtiyacının doğması ile birlikte
Osmanlı yönetimi, batılı devletlere bakış açısını değiştirme zorunluluğu hissetmesinin
yanında, kurumsal yapısında da -başta hariciye olmak üzere- esaslı
değişiklikler yapma gereği duymuştur. Zaman içinde bu reformlara devletin
bekası olarak bakılmaya başlanmıştır. Özellikle III. Selim ve ardından gelen
II. Mahmut ve Tanzimat Dönemlerinde zihniyet değişikliği ile birlikte, hariciye
teşkilatında yapılan reformlarla Osmanlı diplomasisi ve dış ilişkileri yürüten
müesseseler, artık modern çağın ihtiyaçlarına göre şekillenirken devlet
yönetimi, diplomasiyi sorunlarını çözmede en önemli aygıt olarak kullanmaya
başlamıştı.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Temmuz 2019 |
Gönderilme Tarihi | 4 Nisan 2019 |
Kabul Tarihi | 10 Haziran 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 2 Sayı: 18 |