Deleuze ve Guattari, göçebe düşünceyi sağduyusal rutinlerin dışına çıkarak yersiz-yurtsuzlanma olarak tanımlamakta ve göçün hem fiziksel hem de zihinsel bir süreç olabileceğini belirtmektedir. Başka bir deyişle aidiyetini kaybettiği yeri terk eden göçer, yeniden yurtlanabileceği yerin arayışında göç ve aidiyet arasında gelgitler yaşayacaktır. Tıpkı mekânın bireylerin hareketleri ve fiziksel deneyimleriyle algılanarak belirlendiği gibi göç etme eylemi de bireylerin hareketlerini ve fiziksel deneyimlerini içermektedir. Göç ve mekân üzerinde kurulan bu paralellik, insan ve mekân ilişkisini mimarlık gibi temel bileşen haline getiren sinemada, göç-aidiyet ilişkisi anlatının bir parçası haline gelmesi durumunda mekânların imge olarak sıklıkla kullanılmasına sebebiyet vermektedir. Bu makalenin temel amacı, göç aidiyet sürecinde ara mekânların değişen anlamlarını sinemasal uzamlar üzerinden irdelemektir. Sinema ürünlerinin kurgusal yapısı nedeniyle bu incelemede mutlak gerçeğe değil, anlatıcının ara mekânı bu bağlamda temsilindeki farklılıklara ulaşmak amaçlanmıştır. Bunu gerçekleştirirken göçerin kentte göçmen, mülteci ya da göçebe olarak deneyimlediği durumların ve ötekileştirmelerin anlatıldığı filmler tercih edilmemiştir. Direkt olarak sürekli bir hareketin yer aldığı, göçerin aralar, eşikler, sınırlarda bulunduğu ve geçiş yaptığı böylece zaman ve mekân kavramlarının da sorgulamanın bir parçası haline geldiği filmleri incelemek hedeflenmiştir. Bulunulan bölgenin çeşitli sebeplerle terk edilip yeni aidiyet arayışına girilmesini konu edinen filmler; Days of Heaven (Malick, 1978), Sans toit ni loi (Varda, 1985), Nomadland (Zhao, 2020), Station Eleven (Somerville, 2021) filmleri içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir.
Göçebe Düşünce Göç-Aidiyet Yersiz-yurtsuzluk Ara Mekân Sinemasal Uzam
Deleuze and Guattari define nomadic thinking as deterritorialization by going beyond common-sense routines, and they state that migration can be both a physical and a mental process. In other words, nomads, who left the place where they lost their belonging, will experience tides between migration and belonging in search of a place where they can re-home. Just as space is determined by perceiving individuals' movements and physical experiences, the act of migration also includes individuals' movements and physical experiences. If the relationship between migration and belonging becomes a part of the narrative in the cinema, which makes the relationship between human and space a basic component like architecture, this parallelism established on migration and space causes spaces to be used as images frequently. The main purpose of this article is to examine the changing meanings of in-between spaces in the process of migration and belonging through cinematic spaces. Due to the fictional nature of cinema products, this study aimed to reach the differences in the representation of the narrator's in-between spaces in this context, not the absolute truth. While doing this, it is not aimed to examine the films that describe the situations and marginalization that the nomad experiences as a migrant, refugee, or nomad in the city. It is aimed directly to examine the films in which there is a continuous movement, gaps, thresholds, borders, and the concepts of time and space become a part of their interrogation. The films -Days of Heaven (Malick, 1978), Sans toit ni loi (Varda, 1985), Nomadland (Zhao, 2020), and Station Eleven (Somerville, 2021)- on the abandonment of the region for various reasons and the search for a new identity were analyzed by content analysis method.
Nomadic Thought Migration and Belonging In-Between Space Cinematic Space Deterritorialization
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Mimarlık |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 4 Mayıs 2023 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 4 Sayı: 1 |