Tasavvuf, İslâm kültürünün Hind alt kıtasında yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Ortaçağ döneminde Hind alt kıtasındaki farklı tarikatlara mensup olan sûfîler, sadece Müslümanlar üzerinde derin etkiler bırakmakla kalmayıp, diğer dinlerin takipçileri üzerinde de önemli derecede etkiler bırakmışlardır. Bu sûfîlerden biri de çalışmamızın konusu olan Abdülhak Dihlevî’dir. Hindistan’ın önde gelen sûfîlerinden olan Abdülhak Dihlevî, hayatı boyunca zâhirî ve bâtınî ilimleri birleştirmeye gayret etmiştir. Araştırmamız Abdülhak ed-Dihlevî’nin tasavvuf -fıkıh ilişkisi bağlamındaki görüşlerini ele almayı hedeflemektedir. Çalışmada öncelikle ana hatlarıyla Abdülhak Dihlevî’nin kişiliği, tasavvufî yönü ve tasavvuf alanındaki eserleri ele alınmış ardından onun görüşleri çerçevesinde tasavvuf ve fıkıh ilişkisi incelenmiştir. Dihlevî, tasavvuf ve fıkıh disiplinlerinin Kur’ân ve sünnetin kuralları çerçevesinde kaldıkları sürece, bir madalyonun iki yüzünden ibaret olduklarını savunmuştur. Fakihler dinîn zâhirî boyutunu, sûfîler ise derûnî boyutlarını bir disipline dönüştürmüşlerdir. Dihlevî, bazı tasavvufî kavramların fakihlerin ıstılahında bulunmamaları sebebiyle eleştirilmiş olsalar bile, sûfîlerin ictihat yoluyla dinin derûnî boyutunda ortaya koydukları riyâzet, semâ ve halvet gibi bazı kavram ve uygulamaların Kur’ân ve sünnet merkezli olduklarını, dolayısıyla meşru olduklarını ifade etmiştir.
Sufism played an important role in the spread of Indo-Islamic culture. As a matter of fact, the Sufis, who belonged to different sects in the Indian subcontinent during the Middle Ages, not only had a profound effect on Muslims, but also had a significant impact on the followers of other religions. One of the important representatives of this movement is Abdülhak Dihlavi, the subject of our study. Abdulhak Dihlavi, one of the leading Sufis of India, tried to combine the external and internal sciences throughout his scientific life. Our research aims to discuss Abdulhak ed-Dihlavi's views in the context of mysticism and fiqh. In the research, first of all, Abdulhak Dihlavi's personality, mystical aspect and his works in the field of Sufism were discussed. Later on, the relationship between Sufism and fiqh was examined within the framework of his views. Dihlavi argued that as long as the disciplines of Sufism and fiqh remain within the framework of the objective rules of the Qur'an and Sunnah, they are only two sides of a coin. Faqihs transformed the external dimension of religion into a discipline, while the Sufis transformed its deep dimensions into a discipline. He stated that although some concepts and practices such as riyazat, sema and seclusion, which the Sufis revealed in the deep dimension of religion through ijtihad, were criticized because they were not in the terminology of the jurists, they were legitimate because they were based on the Qur'an and the Sunnah.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Mart 2022 |
Gönderilme Tarihi | 4 Kasım 2021 |
Kabul Tarihi | 8 Şubat 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Cilt: 9 Sayı: 1 |
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ESOGUIFD) Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.