“Let food be thy medicine and let medicine be thy food.” This aphorism refers to the pivotal role played by nutrition in medicine. The door of a “nutrition renaissance” has been opened with the striking disclosure of the relationship between nutrition and microbiota in the pathogenesis of many diseases, which has been better understood in the recent years. A person, once again, is “what he/ she eats.” Foods become “functional” after their integration into the unique features of the intestinal immune system, such as oral tolerance, secretory Immunoglobulin A, local lymphoid foci, regulator cellular immunity, and diversity of commensal microbiome. It is possible to achieve strong immunomodulatory effects through an appropriate selection of probiotics, prebiotics, and synbiotics. Animal proteins and plant-derived peptides also exert immunomodulatory effects. It has been reported that the use of glutamine supplements from wheat protein (gluten) in patients helps in lowering the nosocomial infection rate and the duration of mechanical ventilation. Vitamin A contributes immensely in maintaining the mucosal epithelial integrity and aids in strengthening the neutrophil response to infectious agents. Vitamin B12 has a strong immunomodulatory effect and facilitates the increase in CD8+ T lymphocyte count and natural killer cell activity. Vitamin C has well-defined antioxidant efficacy. Vitamin D strengthens the innate immune response by stimulating cell proliferation and differentiation. The regulatory effects of many foods and food ingredients such as turmeric, garlic, carrot, eggplant, kiwi, and honey in our kitchen on both innate and adaptive immunity serve as the foundation for anticancer, anti-inflammatory, and antioxidant nutrition therapies. Thus, our food continues to be our medicine.
“Gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun aforizması beslenmenin tıptaki merkezi rolüne atıfta bulunur. Patogenezi son yıllarda anlaşılan bir çok hastalığın beslenme ve mikrobiyota ile ilişkisinin çarpıcı şekilde ortaya konması ile adeta bir “beslenme rönesansı”nın kapısı aralanmıştır. İnsan, bir kez daha; “yediğinden ibaret”tir. Gıdalar; bağırsak bağışıklık sisteminin oral tolerans, salgısal IgA, lokal lenfoid odaklar, regülatör hücresel immünite ve kommensal mikrobiyomun çeşitliliği gibi kendine özgü özellikleri ile bütünleşebildikleri ölçüde “fonksiyonel” hale gelmektedir. Doğru seçilmiş probiyotik, prebiyotik ve sinbiyotikler ile güçlü immünomodülatör etkiler elde edilebilmektedir. Hayvansal proteinler ve bitki kaynaklı peptidlerin de immünomodülatör etkileri bulunmaktadır. Yatan hastalarda buğday proteini (gluten) kaynaklı glutamin takviyesi yapıldığında nozokomiyal enfeksiyon oranlarında ve mekanik ventilasyon gereken gün sayısında düşüş sağlandığı görülmüştür. Vitaminlerden; A vitamininin mukozal epitelyal bütünlüğün korunması ve enfeksiyon etkenlerine karşı güçlü nötrofil yanıtında önemli katkıları vardır. B12 vitamini güçlü immünomodülatör etki göstermekte, özellikle CD8+ T lenfosit sayılarında ve NK hücre aktivitesinde artışa katkıda bulunmaktadır. Vitamin C önemli bir antioksidandır. D vitamini, hücre proliferasyon ve diferansiyasyonunu uyararak doğal immün yanıtı güçlendirmektedir. Mutfağımızda yer bulan zerdeçal, sarımsak, havuç, patlıcan, kivi, bal gibi pek çok gıda ve gıda bileşeninin gerek doğal gerekse edinsel bağışıklık üzerindeki düzenleyici etkileri; anti-kanser, anti-enflamatuvar, anti-oksidan beslenme kürlerine dayanak oluşturmakta; gıdamız ilacımız olmaya devam etmektedir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Klinik Tıp Bilimleri |
Bölüm | Derleme |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 26 Ağustos 2020 |
Gönderilme Tarihi | 22 Temmuz 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 |