Düşünce tarihi boyunca beden ve ruh, insan doğasının anlaşılmasında iki temel belirleyici kavram olarak kabul edilmiştir. Bazen iki ayrı töz, bazen birlikte farklı bir tözsel varlığı meydana getiren iki bileşen olarak kabul edilen bu kavramların ele alınma biçimleri çoğunlukla materyalist ve spiritüalist yaklaşımların temelini oluşturmuştur. Bu iki ontoloji, temellerini Antik Yunan döneminde bulur. Kadim Grek felsefesinden bu yana, her iki düşünme biçimi de gerçekliğin ne olduğu meselesine ilişkin tartışmalarda çoğunlukla değişenin arkasındaki değişmeyeni, çokluğun arkasındaki tekliği ve fenomenal/duyusal dünyanın arkasındaki varlığı bulma kaygısını taşır. Öyle ki bu dönemde gerçekliğin anlaşılmasındaki ilkeler, insan doğasının tanımlanmasında da belirleyici olmuştur. Buna göre insanın tanımlanmasında temel iki referans noktası olan beden ve ruh, değişim ve sabitlik karakterlerine göre değer kazanmıştır. Bu dönemde daha çok, bireysel insanın değişimsiz/kalıcı yönünü belirtmek, kendiliği ifade etmek amacıyla maddeüstü bir töz olarak ruh kavramı kullanılmış, ruhun değişimsiz olması itibarıyla benliğin özünü oluşturduğu inancına yönelik güçlü bir eğilim söz konusu olmuştur. Ortaçağ ve modern dönem boyunca insanın tanımlanmasında baskın ve belirleyici olan sabitlik kurgusuna karşı, kökenini antik Yunan filozofu Herakleitos’ta bulan oluş düşüncesi, gerçekliğin sabitlikten çok değişimin arka planının anlaşılmasıyla ilgili olduğunu açıkça vurgular. Bu husus, benliğin tanımlanmasında sabit bir töz arayışına ihtiyaç olmadığını ima eder. Çağdaş İngiliz düşünürü Alfred North Whitehead, gerçekliğin anlaşılmasında klasik metafiziğin mekânsal sabitliğe referansta bulunmasından farklı olarak gerçekliği zamansal bir süreç içerisinde açıklayıcı bir tavır benimser. Bu metafizik anlayışa paralel olarak, insanın tanımlanmasında ruhu ve bedeni iki ayrı töz olarak ele almak, benliği sabit olduğu için salt ruh üzerinden açıklayarak onu mekânsal olarak algılamak yerine sürece ve akışa dayalı dinamik bir benlik metafiziği benimser. Bu düşünce, benliği dış dünya (doğa ve toplum) ile yoğun bağlantıları, etkileşimleri olan bir varlık olarak açıklamayı esas alır. Organizmanın varlık alanına gelmesi, benliğin dış dünya ile etkileşiminde aracı bir rol oynayan bedenin duyusal faaliyetleri, Whitehead düşüncesinde benliğin temelini oluşturan kavramlardan biri olan özbilince dair görüşlerinin arka planını ortaya koyar. Whitehead’in insan doğasını tanımlarken ortaya koyduğu süreççi tavır, bir yandan ruh-beden ayrımıyla insan doğasını ontolojik olarak parçalayan Kartezyen felsefeyi eleştirir. Ona göre Descartes’in modern benlik kuramı, özne ile dış dünya arasındaki ilişkiyi, insani deneyimi ve nesnel dünyanın gerçekliği gibi birtakım meseleleri ikna edici bir temele oturtamamıştır. Whitehead, özne ile nesne arasında ontolojik bir ayrım yerine, bizatihi nesnel dünyanın bir parçası olması hasebiyle bu dünyayı tanıyan bir özneyi varsayar. Bu husus, benliğin kendi içinde bütünlüğünü sağladığı gibi dış dünya ile de bedensel (duyum, algı vb.) yollarla entegre bir yapıya sahip olur. Böylece özne-dış dünya arasındaki algılayan ile algılanan, aynı dinamik bütünün bileşenleri olarak kabul edilir. Bu ilişkide birey benliği ile dış dünya birbirini karşılıklı inşa eder. Bu inşa sürecinde benin ötekine yönelik bilinci duyumsal yollarla ve anlam üzerinden gerçekleşir. Bireyin hedefleri, yönelimleri, amaçları onun dış dünyayı anlama biçimini belirler. Böylece birey, dış dünyayı kendi hedefleri doğrultusunda değiştirerek yeniden oluşturur. Dış dünya ise bireyin kendi hedeflerine yönelik eylemselliğinde uyarlama, uyumlu davranma ve böylece ihtiyaçların azami derecede tatmin edilmesi için onu güdüler. Whitehead, benliği, bilimsel yöntemlere uygun bir şekilde açıklamayı hedefler. Bu yöntemin temelinde, bir nesneyi meydana getiren çok sayıda atom altı parçacığın aynı zamanda hem birey olduğu hem de diğer atomlarla birlikte o nesneyi meydana getirdiği ifade edilir. Buna uygun biçimde bilinçli varlık olarak insan da hem bireysel hem de toplumsal karakterler taşır. Bu nedenle benlik, otonomluğu ve sosyalliği eş zamanlı ve düzeyli olarak kendisinde bulundurur. Benlik, ne dış dünyadan soyutlanmış salt kendinde bir varlık olarak görülebilir, ne de tamamen bağlantısallıklar yoluyla açıklanabilen, kişisel kimlikten yoksun bir varlık olarak tanımlanabilir.
Felsefe Tarihi Süreç Felsefesi Alfred North Whitehead Organizma Felsefesi Benlik
Throughout the history of thought, the body and the soul have been accepted as two fundamental determinative entities in the understanding of human nature. The soul-body problematic, which is sometimes considered as two separate substances, sometimes as two components that together make up a different substantive existence, mostly resulted from the opposition between materialist and spiritualist forms of thought. These two ontologies can be traced back to the Ancient Greek period. Since then, both forms of thinking have often been concerned with finding the constant base behind the being, the uniqueness behind the multiplicity, and the existence behind the phenomenal world in the discussions on the issue of what reality is. Accordingly, body and soul, which are the main references in the definition of human, have gained value according to the characters of change and stability. In order to indicate the permanent aspect of the human being and to express the self, the concept of soul as a immaterial substance has been used, and there has been a strong tendency towards the belief that the soul constitutes the essence of the self as it is unchangeable. The idea of becoming, which has its origin in the ancient Greek philosopher Heraclitus, clearly emphasizes that reality is more about understanding the background of change than stability. This implies that there is no need to seek a constant substance in the definition of the self. Contemporary English thinker Alfred North Whitehead, similarly, adopts an attitude that aims to explain reality in the process, unlike classical metaphysics' reference to spatial stability in understanding reality. This attitude assumes a dynamic metaphysics of the self based on process and flow in a holistic framework, instead of considering the soul and the body as two separate substances and explaining the self in spatial stability only through the concept of the unchanging soul. This idea is based on explaining the self, which is formed by the soul and body in an integrated way, as an entity that has intense connections and interactions with the external world (nature and society). The organism's coming into existence, the sensory activities of the body, which plays a mediating role in the interaction of the self with the external world, reveal the background of his views on self-consciousness, which is one of the concepts that form the basis of the self in Whitehead's thought. The process attitude that Whitehead puts forward while defining human nature criticizes the Cartesian philosophy that ontologically fragments human nature with the soul-body distinction. According to him, Descartes' modern theory of self could not put some issues such as the relationship between the subject and the external world, human experience and the reality of the objective world on a convincing basis. Instead of an ontological distinction between subject and object, Whitehead assumes a subject who knows and recognizes this world because it is itself a part of the objective world. This aspect allows the self to say that it not only ensures its integrity within itself, but also has an integrated structure with the external world through bodily (sensation, perception, etc.) ways. Thus, the perceiver and the perceived between the subject-external world are considered as components of the same dynamic whole. In this relationship, the individual self and the external world mutually construct each other. In this construction process, the consciousness of the self about the other is realized through sensory means and meaning. An individual's goals and orientations determine his/her way of understanding the external world. Thus, the individual reconstructs the external world by changing it in line with his own goals. The external world, on the other hand, motivates the individual to adapt in his activity towards his own goals, to act in harmony, and thus to satisfy his needs at the maximum level. Whitehead aims to explain the self in accordance with scientific methods. On the basis of this method, it is stated that a large number of subatomic particles that make up an object are both individuals and form that object together with other atoms. Accordingly, human as a conscious being carries both individual and social characters. Therefore, the self possesses autonomy and sociability simultaneously. The self can neither be seen as a mere being in itself, isolated from the external world, nor can it be defined as a being devoid of personal identity, which can be explained entirely through connectivity.
History of Philosophy Process Philosophy Alfred North Whitehead Philosophy of Organism Self
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2023 |
Gönderilme Tarihi | 1 Nisan 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 28 Sayı: 1 |
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.