Modern hayat, batılı dünyanın sınırlarını aşarak modern dışı toplumlara ulaştığında, hayatın tüm alanları bu farklılık karşısında bir değişim deneyine mecbur kaldı. Modernleşme toplumsal yaşam üzerinde yarattığı derin farklılaşma ile yeni bir yaşamsallığın da kapısını aralamış oldu. Bu değişim ve dönüşüm muhafazakâr/dindar yaşamların sınırına dayandığında, söz konusu değişime mecbur olma durumu karşısında bu yaşamlar, direnç sayılabilecek bir tutum ortaya koymaya çalıştı. Modernleşme süreci ile birlikte gelen aklı kuşanmış yeni yaşam biçimi, toplumun yerel hayatı üzerinde bir farklılaşma ve yenileşme etkisi yapmaya başladı. Bu süreç, muhafazakar/dindar yaşamlar açısından kabullenilmesi zor bir durumdu. Dolayısıyla bu yeni hayat biçimine karşı bir korunma tavrı benimsendi. Burada modernleşme karşısında yapılması gerekenin İslam’ın ilk dönem yaşam tarzının benimsenmesi olduğuna karar verildi. Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında muhafazakâr/dindar kesim modern yaşamın dönüştürücü etkisinden korunmasının en iyi yolunun İslam’ın değerlerine sadık kalmakla mümkün olacağını düşündü. Ancak bu düşünce özellikle 1990’lı yıllarda muhafazakâr/dindar kadınların biraz çekingen de olsa kamusal yaşamda görünürlük ve var olma talepleri ile bir kırılmaya uğradı. Muhafazakâr/dindar kadınlar İslamcı yaklaşımın sınırlarını çizdiği bir kadın anlayışını dönüştürmeye başladılar. Böylece muhafazakâr/dindar kadın, 2000’li yıllardan sonra kamusal hayatta görünürlük alanlarını genişletmeye başlamış ve daha görünür yaşamlar inşa etmeye başlamıştır
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2019 |
Gönderilme Tarihi | 28 Ekim 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 3 Sayı: 2 |