The Anatolian Region, due to both its physical and demographic characteristics, has hosted various societal formations from the past to the present. The East and Southeast are primary regions where these formations are most prevalent. Today, when the East and Southeast are mentioned, the first things that come to mind are Tribes, Sheikhs, and Aghas. This perception, unfortunately, seems deeply ingrained in the region's identity, with the historical influence of Ottoman dominance playing a significant role in shaping this view. The Ottoman Empire maintained the existing land ownership structure in the region, enabling the rule of feudal lords to persist for centuries. The sudden changes in these entrenched practices are not feasible. Therefore, policies should be developed and implemented over the long term, staying focused on the objectives.
The efforts initiated during the Tanzimat and Constitutional periods in the Ottoman era, unfortunately, did not yield successful results. We observe that the newly established Republic of Turkey paid increased attention to the region and undertook various initiatives. In particular, sociological and demographic studies conducted about the region were presented to the state in report form, and policies were determined in light of these reports. Our research is confined to the region known as Vilayet-i Sitte during the Ottoman period and is based on our evaluations of two reports prepared between 1933 and the first half of the 1970s.
In the reports prepared in 1933, it was determined that there were 115 tribes nationwide. It is noteworthy that this number rapidly increased in subsequent years, and over time, we observe that many of these tribes played an active role in various rebellions and terrorist incidents. According to the report believed to have been prepared in 1970, the number of identified tribes is 406. It is believed that the preparation of the mentioned report was necessitated by the imperative need for state security. Certainly, it can be stated that the control over the region was loosened after Ataturk's era, and the newly opened areas were populated by these kinds of irregular elements. In the subsequent years, this situation has posed greater challenges for the Republic of Turkey, necessitating both financial and moral efforts to combat the terrorist organization known as the PKK. It is well known to all of us which powers stand behind this organization. Today, based on information from regional sources, it is observed that the number of tribes has decreased, but the current count is still over 300. This situation has become a matter of concern from a state security perspective. The residents of the region are not acting based on their free will but rather in accordance with the decisions determined by the leaders of these tribes. In democratic states, there is no room for such organizational structures.
Furthermore, information regarding the efforts made and those that need to be undertaken for the region has also been provided. In light of this information, it can also be said that during the periods when the founding elements of the Republic were in power, significant efforts were made regarding nation-building and citizenship. Nevertheless, despite being relatively few in the early years of the Republic, the number of tribes, unfortunately, regained strength in subsequent periods and continued to increase the number of their members with support from Europe. Looking at the influential figures in the region today, it can be said that tribes hold a significant place.
Anadolu Coğrafyası gerek fiziki ve gerekse demografik özellikleri nedeniyle geçmişten günümüze birçok toplumsal oluşumu bünyesinde barındırmaktadır. Bu oluşumların en fazla olduğu bölgelerin başında da Doğu ve Güneydoğu bölgeleri gelmektedir. Günümüzde Doğu ve Güneydoğu denilince ilk akla gelen Aşiretler, Şeyhler ve Ağalardır. Bu durum ne yazık ki bölge halkının alın yazısı gibi süre gelen bir durumdur. Bu durumun yaşanmasında tarihsel süreçte Osmanlı hâkimiyetinin rolü büyüktür. Osmanlı Devleti bölgedeki toprak mülkiyetini değiştirmemiş ve feodal özellik taşıyan beylerin hâkimiyeti yüzlerce yıl devam etmiştir. Bu alışkanlıkların bir anda değişmesi söz konusu değildir. Bu sebeple çok uzun soluklu olarak politikalar belirlenmeli ve hedeften sapmadan uygulanmalıdır.
Osmanlı Döneminde Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde başlatılan çalışmalar ne yazık ki başarılı olamamıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile bölgeye daha fazla eğil indiğini ve bir takım çalışmaların yapıldığını görmekteyiz. Özellikle bölge hakkında yapılan sosyolojik ve demografik çalışmalar raporlar halinde devlete sunulmuş ve bu raporlar ışığında politikalar belirlenmiştir. Araştırmamız da Osmanlı Döneminde Vilayet-i Sitte adı verilen bölge ile sınırlandırılmakta ve 1933 ile 1970’li yılların ilk yarısında hazırlanmış olan iki rapor ışığında yaptığımız değerlendirmelere dayanmaktadır.
1933 yılında hazırlanan raporlarda tespit edilen yurt genelindeki aşiret sayısının 115 olduğunu, daha sonraki yıllarda hızla arttığını ve zaman içerisinde yaşanan gerek isyanlarda ve gerek terör olaylarında bu farklılıkların birçoğunun aktif rol aldıklarını görmekteyiz. 1970 yılında hazırlandığı düşünülen rapora göre tespit edilen aşiret sayısı 406’dır. Söz konusu raporun devlet güvenliği için duyulan ihtiyaçtan kaynaklı bir zaruret sonucu hazırlandığı düşünülmektedir. Zira bölge üzerindeki kontrolün Atatürk sonrası gevşetildiği ve açılan yeni alanların bu tip gayri nizami unsurlarca doldurulduğunu söyleyebiliriz. Bu durum daha sonraki yıllarda ise Türkiye Cumhuriyeti’nin başını daha fazla ağrıtmış ve PKK adı verilen terör örgütü ile maddi ve manevi olarak mücadele etmek durumunda kalınmıştır. Bu örgütün de arkasında hangi güçlerin olduğu hepimizin malumudur. Günümüzde ise bölgesel sitelerdeki bilgiler ışığında aşiret sayısının azaldığı görülse de yine de 300’ü aştığı anlaşılmaktadır. Bu durum devlet güvenliği açısından sakıncalı bir durum haline gelmiştir. Bölgede yaşayan vatandaşlarımız özgür iradeleriyle değil bu aşiretlerin yöneticilerinin belirlediği kararlara göre hareket etmektedirler. Demokratik devletlerin hiç birisinde bu tip yapılanmalardan söz edilemez.
Ayrıca bölgeye yönelik yapılan ve yapılması gereken çalışmalar hakkında da bilgiler verilmiştir. Bu bilgiler ışığında Cumhuriyeti kuran kurucu unsurların yönetimde olduğu dönemlerde milletleşme ve vatandaşlık konularında önemli çalışmaların yapıldığını da söyleyebiliriz. Her şeye rağmen Cumhuriyetin ilk yıllarında oldukça az olan aşiret sayıları ne yazık ki sonraki dönemlerde yeniden güçlenmeye ve Avrupa’dan aldıkları desteklerle mensuplarının sayılarını arttırmaya devam etmiştir. Günümüzde bölge genelinde söz sahiplerine baktığımızda aşiretlerin önemli yer tutuğunu söyleyebiliriz.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Türkiye Cumhuriyeti Tarihi |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 20 Ocak 2024 |
Gönderilme Tarihi | 30 Ekim 2023 |
Kabul Tarihi | 4 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 |