Efforts to understand the Qur'an's messages correctly began with the first addressees. The first examples of tafsīr emerged with the questions that the Companions or non-Muslim addressees asked the Prophet from time to time, and this practice also set an example for the ummah. In addition, the Prophet's prayers and encouragements in the case of Ibn Abbas served as a source for tafsir activities. As Islam spread beyond the Arab geography, the need for tafsīr increased even more, and in parallel with this, the number and diversity of exegetical activities began to increase. Over time, tafsir works emerged in line with the needs of the addressees and specific to the periods. In addition to the differences in the works, another common disagreement among the scholars who endeavored in the field of tafsir was the meaning of the concepts of tafsir and ta'wil. This dispute, which has remained up to date to a certain extent until today, was partially separated by al-Māturīdī's definition and then carried one step further with Rāghib al-Isfahānī's classification, which is considered more systematic. However, it is not possible to say that both al-Māturīdī's definitions and al-Isfahānī's classification completely eliminated the aforementioned controversy. It will be seen that the aforementioned definitions and the examples given in this direction are far from clearly distinguishing between these two concepts, which is why the debates continue. Aside from the technical part of the issue, although there seems to be a general acceptance, there are also parts that are historically unclear. For example, al-Māturīdī's use of the word gīla in these definitions, which he put forward for the first time, and his referring to an earlier time and people has led to a dispute about the attribution of the aforementioned views to him, and this issue is also addressed in our study. Another issue is the belief that Rāghib al-Isfahānī was the first author to systematize the concepts of tafsīr and ta'wīl. Abū al-Ḥasan al-ʿĀmirī, who died in 381/992 AH, twenty years before al-Isfahānī, and who was also a philosopher, made the aforementioned classification before al-Isfahānī. The similarity between al-Isfahānī's and al-ʿĀmirī's classifications as a result of this classification and the comparisons we have made in detail in our study makes it necessary to reconsider this opinion formed over time. The fact that the parts of the two works other than the aforementioned subject have very different contents shows the privileges of both authors. One of the differences between the two authors is the language and style they use. Although they used the same or similar concepts from time to time, it is seen that al-ʿĀmirī's expressions are more philosophical in formation, while al-Isfahānī uses the terminology of Islamic sciences. However, in addition to the similarity in both classifications regarding the methodology of Qur'anic interpretation, the similarity in the words and phrases used from time to time reveals the interaction between the two authors/works. Accordingly, al-'Amīrī historically reveals the conceptual systematics of tafsīr and ta'wīl earlier than al-Isfahānī, and by including the types of tafsīr and ta'wīl, he prompts us to rethink this general acceptance. These results suggest a common content of the two works, but also suggest that there may have been a common source from which they drew. Although al-Māturīdī did not make a similar classification, his use of the word gīla can be seen as another evidence for the existence of a historically earlier source. It is certain that further studies in this direction will yield clearer results regarding both the stylistic distinctions of the concepts of tafsīr and ta'wīl and the contributions of the authors to the field.
Kur’ân’ın mesajlarını doğru anlama amacına yönelik çabalar, ilk muhataplarla birlikte görülmeye başlamıştır. Sahabenin ya da gayri Müslim muhatapların zaman zaman Hz. Peygamber’e sorduğu sorularla tefsirin ilk örnekleri ortaya çıkmış, bu uygulama aynı zamanda ümmet için bir örneklik teşkil etmiştir. İlave olarak Hz. Peygamber’in İbn Abbas özelinde yaptığı dua ve teşviklerin de tefsir faaliyetlerine etkisi olmuştur. İslam’ın, Arap coğrafyasının dışına taşmasıyla birlikte, tefsire olan ihtiyaç daha da artmış, buna paralel olarak tefsir faaliyetlerinde de sayı ve çeşitlilik görülmeye başlamıştır. Zaman içerisinde muhatapların ihtiyaçları doğrultusunda gelişen ve dönemlerin özelliklerini yansıtan tefsir çalışmaları ortaya çıkmıştır. Ortaya konulan eserlerdeki yorum farklılıklarına ilave olarak, tefsir konusunda çaba sarf eden âlimler arasında diğer bir ihtilaf da tefsir ve te’vîl kavramlarının ifade ettikleri manalardır. Günümüze kadar belli ölçüde güncelliğini korumuş olan bu ihtilaf, Mâtürîdî’nin ortaya koyduğu tanımla kısmen ayrıştırılmış sonrasında ise Râğıb el-İsfahânî’nin daha sistematik kabul edilen tasnifiyle bir adım daha ileri taşınmıştır. Ancak gerek Mâtürîdî’nin eserinde ortaya koyduğu tanımların, gerekse de İsfahânî’nin yaptığı tasnifin, mezkûr ihtilafı tamamen ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir. Zira bahsi geçen tanımlar ve bu doğrultuda verilen örneklerin bu iki kavramı net olarak birbirinden ayırmaktan uzak olduğu, bu nedenle de tartışmaların devam ettiği görülecektir. Konunun teknik kısmı bir yana, her ne kadar genel bir kabul oluşmuş görünse de, tarihi açıdan net olmayan kısımları da söz konusudur. Örneğin Mâtürîdî’nin ilk defa ortaya koyduğu bu tanımları kîle lafzıyla vererek daha önceki bir zamana ve kişilere işaret etmesi, bahsi geçen görüşlerin ona aidiyeti konusunda da ihtilafa yol açmıştır ki çalışmamızda bu konuya da değinilmiştir. Diğer bir husus da tefsir ve te’vîl kavramlarını sistematize eden ilk müellifin Râğıb el-İsfahânî olduğuna dair yerleşik kanaate muhalif olarak, hicri 381/992’de yani İsfahânî’den yaklaşık yirmi yıl kadar önce vefat eden Ebü’l-Hasan el-Âmirî’nin, bahsi geçen tasnifi İsfahânî’den daha önce yapmış olmasıdır. Çalışmamızda detaylı olarak yer verdiğimiz bu tasnif ve yapılan karşılaştırmalar neticesinde İsfahânî ile Âmirî’nin tasnifleri arasında ortaya çıkan benzerlik zaman içerisinde oluşan bu kanaatin yeniden düşünülmesini gerekli kılmaktadır. İki eserin, mezkûr konu dışındaki kısımlarının birbirinden çok farklı içeriğe sahip olması, her iki müellifin ayrıcalıklarını göstermektedir. Yine iki müellif arasında görülen farklardan birisi de kullandıkları dil ve üsluptur. Her ne kadar zaman zaman aynı ya da benzer kavramlar kullanmış olsalar da Âmirî’nin ifadelerinin daha felsefi bir formasyonda olduğu, İsfahânî’nin ise daha çok İslamî ilimler terminolojisini kullandığı görülmektedir. Ancak Kur’ân yorum metodolojisine dair her iki tasnifteki benzerliğe ilave olarak zaman zaman kullanılan kelime ve cümlelerde karşılaşılan benzerlik de iki müellif/eser arasındaki etkileşimi ortaya koymaktadır. Buna göre Âmirî, tefsir ve te’vîl lafızlarının kavramsal sistematiğini tarihsel olarak İsfahânî’den önce ortaya koyup te’vîlin çeşitlerine yer vererek bu genel kabul üzerinde yeniden düşünmeye sevk etmektedir. Elde edilen bu sonuçlar, iki eserin ortak içeriğini ifade etmekle beraber, istifade ettikleri ortak bir kaynağın olabileceğini de akla getirmektedir. Mâtürîdî benzer bir tasnif yapmamış olsa da onun kullandığı kîle lafzı, tarihsel olarak daha önceki bir kaynağın varlığına dair diğer bir kanıt olarak da görülebilir. Bu doğrultuda yapılacak yeni çalışmalarla, hem tefsir-te’vîl kavramlarının ıstilâhî ayırımlarına hem de müelliflerin alana katkılarına dair daha net sonuçların elde edileceği muhakkaktır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Tefsir |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 14 Ocak 2024 |
Kabul Tarihi | 2 Mayıs 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 23 Sayı: 1 |
Hitit İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf 4.0 International License (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.