Müslüman toplumlar son iki asırdır ciddi bir medeniyet krizi yaşamaktadır. Bu krizden çıkış noktasında farklı söylemler geliştirilmiştir. Bunlardan biri de Kur’an merkezli yeni bir din anlayışı ortaya koyan Kur’ancılık ekolüdür. Tarihteki Hâricîler ve Mutezile gibi mezheplerle belli ölçüde benzerlik arz etse de Kur’ancılık ekolü modern döneme özgü bir harekettir. Ekol, batının meydan okuyucu tavrına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış, müslümanların kurtuluşu için İslâm usûl ve geleneği ile hesaplaşmayı teklif etmiştir. Bu bağlamda ekol, Müslümanların karşı karşıya kaldıkları problemlerin ortaya konulacak yeni usul ve esaslarla çözüme kavuşacağını iddia etmektedir.
Ekol, Hindistan ve Mısır gibi emperyalistler tarafından ilk işgal edilen İslâm beldelerinde ortaya çıkmış, zamanla diğer İslâm ülkelerinde de taraftar bulmuştur. Seyyid Ahmed Han, Çırağ Ali, Abdullah Çekrâlevî, Hâfız Eslem Cerâcpûrî, İnâyetullah Han Meşrikî ve Gulâm Ahmed Pervîz alt kıtadaki, Muhammed Tevfîk Sıdkî, Muhammed Ebû Zeyd, Ferit Vecdi, Ali Abdurrâzık, Mahmûd Ebu Reyye, Reşad Halife, Ahmed Subhî Mansûr ve Cemal el-Benna gibi isimler de ekolün Mısırlı temsilcileri olarak öne çıkmaktadır.
Ekol mensuplarına göre Kur’an, dinin temel kaynağıdır ve tahrif edilmeden günümüze kadar ulaşan tek kaynaktır. Aynı zamanda Kur’an açık ve anlaşılır bir kitaptır ve harici bir beyana da ihtiyacı yoktur. Sayılan bu hususlarda ekol içerisinde tam bir ittifak mevcuttur. Ancak ekol mensupları başta sünnet olmak üzere başka bir kaynağın dinde delil olup olamayacağı hususunda ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı Kur’an’dan başka kaynak kabul etmezken diğer bir kısmı Kur’an’dan başka kaynakların da dinde delil olabileceğini prensipte kabul etmekte ve bu kaynaklara seçmeci yaklaşmaktadır.
Ekol içerisinde ihtilaf edilen bir diğer husus da Kur’an’ın dini açıdan lazım olan her şeyi içerip içermediğidir. Bu noktada da ekol içerisinde iki yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Birinci yaklaşım Kur’an’ın temel ilkeler koyduğunu ve detay bilgiler içermediğini, ikinci yaklaşım ise Kur’an’ın dini açıdan lazım olabilecek her türlü bilgiyi içerdiğini ve başka bir kaynağa ihtiyaç bulunmadığını iddia etmektedir. İkinci yaklaşım sahipleri iddialarını ispat edebilmek için Kur’an’dan birçok âyeti delil olarak kullanmışlardır.
Söz konusu ikinci yaklaşım sahipleri, Mekkî sûrelerde yer alan ve Kur’an’ın bir vasfı olarak zikredilen “tafsil” ve “tebyin” kelimelerini, Kur’an’da her şeyin açıklanıp beyan edildiğine, En‘âm sûresi 38. âyeti Kur’an’ın gerek külli gerek cüzi her şeyi ihtiva ettiğine, müstakil bir âyet olmayıp Kur’an’da üç yerde geçen “إِنِ ٱلۡحُكۡمُ إِلَّا لِلَّهِ” ifadesini, hüküm koyma yetkisinin yalnızca Allah’a mahsus olup Kur’an dışında hiçbir kaynağın bu yetkiye sahip olamayacağına, Mâide sûresi 3. âyette geçen “اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ” ifadesini Kur’an’ın her yönüyle kâmil bir kitap olduğuna dolayısıyla bir hükmün dini olabilmesi için Kur’an’da yer alması gerektiğine delil getirmişlerdir.
İşte bu çalışma, Kur’an’dan başka kaynak kabul etmeyen ve Kur’an’ın dini açıdan lazım olan her türlü bilgiyi içerdiğini iddia eden Kur’ancıların bu görüşlerini ispat sadedinde delil olarak ileri sürdükleri âyetleri, söz konusu iddialara delil olabilirliği açısından tahlil etmeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken Kur’an bütünlüğü, ilgili âyetlerin bağlamı, tefsir literatürü ve mevcut durum göz önünde bulundurulacak, bunun dışında Kur’ancıların iddialarına harici delillerle cevap vermek gibi bir amaç güdülmeyecektir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 26 Şubat 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Sayı: 46 |