Julian Barnes’ın Biricik Hikâye (2018) adlı romanı, aşkın karmaşaları üzerine yazılan bir monografi roman olarak değerlendirileilir. Başarısız bir sevgilinin sürekli değişen perspektifi aracılığıyla anlatı durumlarına ve olaylara odaklanarak, Barnes yeniden canlanan anıların objektifinden, geçmiş anıları kurcalamanın nasıl daha önce sansürlenmiş bireysel farkındalıklara yol açabileceğini göstermektedir. Birbirine bağlı üç bölümden oluşan Biricik Hikâye, genç bir erkek ve orta yaşlı evli bir kadın arasında geçen alışılmadık aşk ilişkisinin nasıl gittikçe parçalandığını ele almaktadır. Romandaki söz konusu aşk ilişkisi göz önüne alındığında, mevcut makalenin iki amacı vardır. Makale Barnes’ın Biricik Hikâye’de aşkın sürekli değişen ya da yanıltıcı tanımını/deneyimini nasıl gözler önüne serdiğini Jacques Lacan’ın aşk teorisi bağlamında göstermektedir. Bunun yanı sıra, Julia Kristeva’nın paylaşılan bireyselcilik tanımından da yararlanılarak, makale Barnes anlatısının ana bölümünü devrimci 1960’larda oluşturarak nasıl iki zıt ego ve söylem arasındaki birlikte yaşamanın, uyumun, diyaloğun ve paylaşmanın zorluğunu gösterdiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle, bu makalenin asıl amacı Biricik Hikâye’sinde aralarında kendi bireyselliklerini paylaşamadıklarından dolayı anlatıcının ve partnerinin aşk ilişkilerini sürdürmekte başarısız olduklarını göstermektir.
Aşk Jacques Lacan paylaşılan bireyselcilik Julia Kristeva angı Biricik Hikayesi Julian Barnes
Julian Barnes’s novel The Only Story (2018) can be read as a monograph on the complications of love. By focalising the narrative situations and events through the consistently transforming perspective of a failed lover, Barnes shows how digging into the past events through the awakening lens of memory can lead to previously censored self-realizations. Set in three interconnected parts, The Only Story increasingly changes into a disintegrating process of an unconventional love affair between a late adolescent and a middle-aged married woman. Considering this, the present article has two goals. By relying on Jacques Lacan’s theory of love, the paper shows how in The Only Story Barnes presents an ever-changing, or illusory definition/experience of love. Besides that, and by drawing on Julia Kristeva’s definition of the concept shared singularity, the paper argues how by setting the main part of narrative in the revolutionary decade of 1960s, Barnes presents the difficulty of any cohabitation, combination, dialogue, or sharing between the two opposing egos and discourses. The primary aim of this paper, therefore, is to show how the narrator and his partner fail in maintaining their love affair through building a shared singularity between themselves.
Love Jacques Lacan shared singularity Julia Kristeva memory The Only Story Julian Barnes
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | Edebi Çalışmalar |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 24 Şubat 2020 |
Kabul Tarihi | 4 Nisan 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Cilt: 38 Sayı: 2 |
Bu eser Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.