In Ottoman/Hanafī family law, the right to divorce, which in principle belongs to the husband, can be used unilaterally, verbally and without witnesses. It is legally valid for a drunk to divorce his wife. It is valid for the husband to divorce his wife conditionally. These rules make it possible for the husband not to recognize the divorce he expressed when they were alone, to deny the divorce he expressed when he was drunk, and to refuse the conditional divorce when the condition was fulfilled. It is very difficult for the wife to prove the divorce in cases where the husband swore that he did not divorce her. The issues reflected in the fatwa collections indicate that women experienced heavy grievances in this context. This study focuses on adding poison to the husband’s food, which the Ottoman muftis suggested as the last resort to women who claimed to be divorced but unable to prove it, to escape from marital fornication. The purpose of the study is to describe the Ottoman women’s difficulties and despair in proving their divorce based on the examples of related fatwas. In Ottoman family law, divorce takes place in terms of religion when the husband unilaterally express certain words. However, a divorce which took place in terms of religion is not considered by the court unless proven by the husband’s confession or by witnesses. This dichotomy caused Ottoman women, whose legal grounds for divorce were extremely limited, to be stuck in the marriage union. The questions asked to the muftis indicate that women had difficulty in proving especially the divorces expressed by the husband while being intoxicated or expressed conditionally, and that they were imprisoned in the marriage union that had ended in terms of religion. Ottoman muftis accept sexual intimacy in such marriages as fornication, warn the women to stay away from having intercourse with their husbands, and if no other means of escape is possible they consider it licit for such women to add poison to their husband’s food. What they mean by ‘other means of escape’ in legal practice almost exclusively refers to mukhāla‘a. A woman claiming divorce but unable to prove it must try to obtain a divorce from her husband in exchange for waiving some of her financial rights. However, this way is not always reasonable and useful, as it financially victimizes the woman and ultimately depends on the consent of the husband. In this study, which is in the common area of the family law and criminal law, the legal background that compels muftis to recommend the aforementioned extraordinary resort is described. The study analyzes the fatwas issued in this context by the Ottoman muftis who served in Anatolia and Rumelia between the 16th and 18th centuries and interprets them in the light of Hanafī legal doctrine.
In the Ottoman/Hanafī criminal law, killing a person by adding poison to his/her food does not require retaliation or blood money, but because the perpetrator deceives the victim, he/she is subject to punishment within the scope of discretionary punishment. This penal provision also applies to the woman who poisoned her husband in order to avoid the marital fornication. Undoubtedly, the woman would claim that she poisoned her husband in self-defense to get rid of the marital rape. However, unless she could duly prove this claim, she might be subject to the discretionary punishment. Because she poisoned the man who was legally considered her husband, merely based on her own claim. Ottoman muftis consider the defendant husband, who took an oath that he had not divorced his wife, to be legally married. The husband cannot be barred from the right of disposition solely with the unproven claim of his wife, and cannot be punished for disposing the benefit obtained through marriage. But a woman even if unwillingly obeys her husband’s request for the intercourse, she is considered as a sinner. Because she is the one who turns the intercourse into sexual assault and fornication as a result of her claim. Her claim is binding only for herself, unless it is supported by witnesses or the husband’s confession. The fact that muftis considered the poisoning the husband as legitimate based on such claim, which was binding only on the wife and had the potential to mislead the law, may be related to their politics of fatwa. Muftis voiced the option of poisoning as if it were to make the husband confess the divorce and suffer the consequences, rather than being a real advice or duty to be fulfilled. It is clear that the husband, who is between poisoned by his wife and suffering the consequences of divorce, would prefer the latter.
Ottoman Law Proof of Divorce Mufti Marital Fornication Poisoning the Husband
119K818
Osmanlı/Hanefî aile hukukunda prensip olarak kocaya ait olan boşama hakkı tek taraflı, sözlü ve şahitsiz olarak kullanılabilmektedir. Sarhoşun talâk vermesi hukuken geçerlidir. Kocanın karısını şarta bağlı olarak boşaması muteberdir. Bu kurallar kocanın karısına yalnızken verdiği talâkı daha sonra tanımamasına, sarhoşken yaptığı boşamayı ayıldığında inkâr etmesine ve belli bir şarta bağladığı boşamayı şart gerçekleştiğinde reddetmesine imkân verir. Kocanın boşamadığına yemin ettiği durumlarda karısının boşamayı ispat etmesi hayli zordur. Fetva mecmualarına yansıyan meseleler kadınların bu bağlamda ağır mağduriyetler yaşadığına işaret etmektedir. Bu çalışma Osmanlı müftülerinin boşandığını iddia eden fakat ispatlayamayan kadınlara evlilik-içi zinadan kurtulmaları için son çare olarak önerdiği kocanın yemeğine zehir katmaya odaklanmaktadır. Amaç Osmanlı kadınlarının talâkı ispat hususunda yaşadığı zorlukları ve çaresizliği ilgili fetvalar örneğinde göstermektir. Osmanlı aile hukukunda boşama kocanın tek taraflı olarak salt belli lafızları kullanmasıyla diyâneten gerçekleşir. Ancak diyâneten gerçekleşmiş olan bir boşama kocanın ikrarıyla ya da şahitlerle ispatlanmadıkça mahkeme tarafından dikkate alınmaz. Bu ikilem kanuni boşanma sebepleri son derece sınırlı olan Osmanlı kadınlarının evlilik birliğinde âdeta mahsur kalmasına neden olmuştur. Müftülere sorulan meseleler kadınların özellikle kocanın sarhoşken veya şarta bağlı olarak verdiği talâklarda ispat zorluğu yaşadığını ve diyâneten sona ermiş bulunan evlilik birliğine hapsolduğunu göstermektedir. Osmanlı müftüleri böyle evliliklerde cinsel yakınlaşmayı zina olarak kabul eder, kadını evlilik-içi zinadan uzak durması hususunda uyarır ve başka bir yolla ilişkiden kurtulamıyorsa kocanın yemeğine zehir katmasını meşrû görür. Onların başka bir yolla kastettikleri şeyin hukuk pratiğindeki yegane karşılığı muhâleadır. Boşandığını iddia eden fakat ispatlayamayan bir kadın bazı maddi haklarından feragat etme karşılığında kocasından boşanma elde etmeye çalışmalıdır. Ancak bu yol kadını maddi yönden mağdur ettiği ve nihai olarak kocanın rızasına dayandığı için her zaman makul ve kullanışlı değildir. Aile hukukuyla ceza hukukunun ortak alanında yer alan bu çalışmada müftüleri zikredilen sıra dışı çareyi önermeye mecbur bırakan hukuki arka plan tasvir edilmektedir. Çalışma 16-18. yüzyıllar arasında Anadolu ve Rumeli’de görev yapan Osmanlı müftüleri tarafından bu bağlamda verilmiş fetvaları analiz etmekte ve Hanefî hukuk öğretisi eşliğinde yorumlamaktadır.
Osmanlı/Hanefî ceza hukukunda bir kişiyi yemeğine zehir katmak suretiyle öldürmek kısas veya diyet gerektirmez fakat fail kurbanı aldattığı için taʿzîr kapsamında cezaya tabi olur. Bu hüküm zinadan kurtulmak amacıyla kocasını zehirleyen kadın hakkında da geçerlidir. Şüphesiz kadın zina niteliğindeki cinsel saldırıdan kurtulmak için meşrû müdafaa kapsamında kocasını zehirlediğini iddia edecektir. Fakat bu iddiayı usûlüne uygun bir şekilde ispatlamadıkça taʿzîr cezasına maruz kalabilir. Çünkü hukuken kocası sayılan kişiyi salt kendi iddiasına dayanarak zehirlemiştir. Osmanlı müftüleri karısını boşamadığına yemin eden münkir kocayı kazâen evli kabul eder. Koca salt karısının ispatlanmamış iddiasıyla tasarruf hakkından menedilemez ve nikâhla elde ettiği menfaati tasarruf ettiği için cezalandırılamaz. Fakat ilişkiden kaçınmaya güç yetiremeyen kadın istemeden de olsa kocanın cinsellik talebine itaat ederse günahkar sayılır. Çünkü ikrarıyla ilişkiyi cinsel saldırı ve zinaya dönüştüren odur. İkrarı şahitlerle ya da kocanın itirafıyla desteklenmedikçe sadece kendisi hakkında bağlayıcıdır. Müftülerin sadece kadın hakkında bağlayıcı olan ve hukuku yanıltma ihtimali bulunan bu ikrara dayanarak kocanın zehirlenmesini meşrû görmeleri fetva siyasetleriyle ilgili olabilir. Müftüler zehirleme seçeneğini yerine getirilmesi gereken gerçek bir tavsiye ya da ödev olmaktan ziyade sanki kocanın boşamayı ikrar edip sonuçlarına katlanmasını sağlamak amacıyla dile getirmektedir. Karısı tarafından zehirlenmek ile boşamanın sonuçlarına katlanmak arasında kalan kocanın ikincisini tercih edeceği açıktır.
Osmanlı Hukuku Boşanmanın İspatı Müftü Evlilik İçi Zina Kocayı Zehirlemek
TÜBİTAK
119K818
Bu makale 3501 kodlu ve 119K818 numaralı TÜBİTAK projesi kapsamında yürütülen çalışmalardan üretilmiştir. Destekleri için TÜBİTAK’a teşekkür ederim.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Proje Numarası | 119K818 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2022 |
Gönderilme Tarihi | 11 Nisan 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Sayı: 39 |