Bu makale Hanefî mezhebinin ikrah altında boşamayı geçerli sayan görüşünün hukuki mahiyetini ve Osmanlı dönemi fetvalarına yansımalarını ele almaktadır. Hanefî fakihler ikrah altında olan kişinin (mükreh) ihtiyarı ve ehliyeti bulunduğu için boşamasının muteber olduğu görüşündedir. Onlara göre mükreh iki kötüden ehven olanını seçtiği için ihtiyar sahibidir. İkrah akıl ve buluğla sabit olan hukuki ehliyete aykırı değildir. Bu nedenle mükrehin talâk gibi feshedilemeyen sözlü tasarrufları geçerlidir. Ayrıca mükrehin ilahi imtihanı devam etmektedir. İmtihan ehliyeti ve sorumluluğu teyit eder. O zaman ikrah altındaki kişinin tıpkı diğer tasarrufları gibi boşaması da geçerli olmalıdır. Hanefî fakihlerin imtihan anlayışı mezhep görüşlerinin oluşmasında belirleyici etkisi bulunan Nehaî’nin mükreh hakkında söylediği “Allah dileseydi onu daha ağırıyla sınardı” sözünden esinlenmiş görünmektedir. Bu anlayışa göre Allah mükrehi imtihan etmek istediği için boşamasını geçerli kılmıştır. İkrah altında eşini boşayan kişi imtihan altında olduğunun bilincinde olmalı ve başına gelen musibete sabretmelidir. Hanefî fakihler mükrehin boşamasının geçerli olduğuna dair muhakemelerini ihtiyar-ehliyet-sorumluluk ve imtihan-ehliyet-sorumluluk hatlarında temellendirip Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiînden gelen çok sayıda rivayetle destekler. Bu rivayetlerde boşamanın ikrah altında geçerli olacağı, meydana geldikten sonra geri döndürülemeyeceği ve ciddiyetsizlikle bağdaşmayacağı anlatılır. Mezhep içinde hukuk tekniği yönünden iyi temellendirilmiş, imtihan açıklamasıyla ibadet niteliği kazandırılmış ve pek çok rivayetle delillendirilmiş meydan okunamaz bir görüş söz konusudur. İmtihan anlayışının da ima ettiği üzere bu görüş, mükrehin kulluk bilinciyle sabretmesini gerektiren sonuçlar doğurabilir. Evlilik birliğini rızâsız sonlandırma ve hülle usulünü yaygınlaştırma gibi genelde aile kurumunun ve özelde eşlerin maslahatına aykırı sonuçlara zemin hazırlayabilir. Öte yandan imtihan anlayışı, bazı genel ve özel maslahatlara aykırı sonuçlara zemin hazırlaması pahasına mükrehin boşamasını geçerli saymayı gerektirir. Zira mezkûr anlayış mükrehin boşamasının Allah’a itaat ve teslimiyet bağlamında geçerli kılınmasını lazım kılar. Hanefî mezhebinin uygulandığı yerlerde imtihan anlayışının ima ettiği ve gerektirdiği her iki durum başta fetva mecmuaları olmak üzere fıkıh edebiyatına yansımıştır. Mezhebin büyük ölçüde hâkimiyet kazanması ve fetva mecmualarının çokluğu sebebiyle 16. yüzyıl sonrası Anadolu ve Rumeli son derece elverişli bir gözlem sahası teşkil etmektedir. Makalenin veri kaynağını oluşturan fetva mecmuaları Osmanlı müftülerine bizzat sorulan gerçek meseleleri içermektedir. Pratik hukuk hayatında yaşanmış gerçek meselelerle ilgili fetvaları veri kaynağı olarak kullanması, makalenin hukuk tarihi yönünden önemini artırmaktadır.
Osmanlı fetva mecmualarına yansıyan meseleler müftülerin Hanefî mezhebinin ikrah altına boşamayı geçerli sayan yerleşik ictihadına açık mağduriyet hallerinde bile sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermektedir. Kurucu imamların ihtilafsız görüşlerine tabi olmayı gerektiren fetva usulü ve mezhebin sahih görüşleriyle fetva vermelerini emreden merkezî otorite, örfi yetkililerin, zorbaların ve eşkıyanın zoruyla gerçekleşen boşamaların geçerli olduğuna fetva vermelerini gerektirmiştir. Onların bu tavırları dine ve hukuki geleneğe bağlılık, hukuki düzen ve istikrar gibi umumi maslahatları bazı özel menfaatlerden daha fazla dikkate aldıklarını göstermektedir. Mağdurlara, uğradıkları maddi ve manevi zararları Allah’ın bir sınaması olarak görüp sabretmelerini önermiş olmalıdırlar. Bununla birlikte evlilik birliğini muhafaza etmek ve kişileri meşru ya da gayrimeşru otorite sahiplerine karşı korumak için, ikrah altında gerçekleşen boşamaları, tabi oldukları hukuk geleneğinde üretilmiş çarelerle önlemeye çalıştıkları da bir gerçektir. Ayrıca mükrehin boşamasının ictihadî bir mesele olması sebebiyle hâkimlerin diğer mezheplerin görüşüyle karar vermesini geçerli sayan mezhep içi kavilleri hatırlatan, bu kavilleri Hanefî görüşüne aykırı fetva için gerekçe sayan ve hatta fetva olarak formüle eden müftülere de rastlanmaktadır. Ancak mükrehin boşamasını geçerli sayan yerleşik ictihadın olası olumsuz sonuçlarını azaltabilecek bu yargısal yol, hukuki istikrara daha fazla önem veren resmî hukuk siyasetiyle uyumlu değildi. Söz konusu yargısal yol bir anlamda, 20. yüzyılın başlarında hazırlanan Hukûki Âile Kararnâmesi ile hayata geçmiştir. Makale yukarıdaki tespitlere dair Hanefî mezhebinin temel kaynaklarından ve Osmanlı fetva mecmualarından kanıtlar sunmaktadır.
TÜBİTAK
119K818
Bu makale tarafımdan yürütülmüş olan 119K818 numaralı TÜBİTAK projesi (3501) kapsamında üretilmiştir. Destekleri için TÜBİTAK’a teşekkür ederim.
This article discusses the legal nature of the Hanafī school’s opinion that divorce under duress is valid and its reflections in the Ottoman-era fatwās. Hanafī jurists argue that divorce of the person under duress is valid because he has the volition and legal capacity. According to them, the person under duress has the volition because he prefers the lesser of two evils. Duress is not contrary to the legal capacity established by reason and puberty. Therefore, the irrevocable verbal acts of the person under duress, such as talāq (divorce), are valid. In addition, the divine test of the person under duress continues. The test confirms the legal capacity and responsibility. For this reason, actions of a person under duress, like divorce, must be valid. Hanafī jurists’t theory of divine test seems to be inspired by the words of al-Nakha‘ī, who had a decisive influence on the formation of school’s views, about the person under duress: “If Allah willed, He would test him more severely”. According to this theory, God made his divorce valid because He wanted to test the person under duress. The person who pronounces divorce under duress should be aware that he is under a test and should be patient with the calamity that befalls him. Basing their reasoning on the validity of the divorce under duress along with the lines of volition-legal capacity-responsibility and divine test-legal capacity-responsibility, Hanafī jurists support it with numerous narrations from the Prophet, his companions, and early followers. In these narrations, it is explained that divorce will be valid under duress, cannot be reversed after it has occurred, and is not compatible with unseriousness. Within the school, there is an unchallenged opinion that is well-founded in terms of legal technique, is gained the attribute of worship based on the reasoning of divine testing, and is proven by many narrations. As the divine testing theory implies, this opinion may have consequences that require the devotee to be patient with the awareness of servitude. It may pave the way for consequences that are contrary to the interests of the family institution in general, and the spouses in particular, such as ending the marriage union without consent, and increasing the tahlīl marriages. On the other hand, the theory of divine testing requires that divorce under duress be considered valid at the expense of paving the way for the results contrary to some general and particular interests. Because it necessitates acting in the context of obedience and submission to God. Both situations implied and required by the theory of divine testing in places where the Hanafī madhhab is practiced have reflected in the Islamic legal literature, especially fatwā collections. Due to the madhhab’s gaining dominance to a great extent and the abundance of fatwā collections, Anatolia and Rumelia after the 16th century constitute an extremely convenient observation area. The fatwā collections that constitute the data source of this article contain real life issues that were personally addressed to the Ottoman muftīs. The use of fatwās regarding real life issues experienced in practical legal life as a data source increases the importance of this article in terms of legal history.
The issues reflected in the Ottoman fatwā collections indicate that the muftīs strictly adhered to the Hanafī school’s well-established opinion that divorce under duress is valid, even in cases of obvious victimization. The fatwā procedure that requires submission to the uncontroversial opinions of the great Hanafī teachers, and the central authority, which ordered them to issue fatwās based on the authentic opinions of the school, required them to issue fatwās that divorces by the force of executive authorities, bandits and tyrants were valid. Their attitude in this matter describes that they take public interests such as devotion to religion and legal tradition, legal order and stability, into consideration more than some personal ones. They should have advised the victims to accept the material and moral damages they suffered as a test from God and to be patient. On the other hand, it is also a fact that, in order to preserve the marriage union and to protect people against legitimate or illegitimate authorities, they tried to prevent divorces under duress, with the remedies produced in the legal tradition to which they adhered. Besides, since the divorce under duress is a matter of dispute between jurists, there are some muftīs that reminded the statements within the madhhab that regard it valid for judges to decide based on the opinion of other schools, and considered these statements as basis for a fatwā contrary to the Hanafī opinion, and even formulated them as a fatwā.
119K818
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İslam Hukuku |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Proje Numarası | 119K818 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 14 Mart 2024 |
Kabul Tarihi | 12 Haziran 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Sayı: 43 |