Bu çalışmanın amacı, kültür tarihi boyunca insanın diğer hayvanlarla kurduğu ilişki biçimleri üzerine bir tartışma yürütmek; hayvan imgesinin uğradığı başkalaşımları sanat alanında, özellikle Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin kökenini Friedrich Nietzsche felsefesinde bulan hayvan oluş kavramı ve Dionysoscu estetik bağlamında örneklerle yorumlamaktır. Araştırmada resim, video-art, enstalasyon, sinema gibi farklı disiplinlerden yapıtlar örnek görsellerle hayvan imgesinin ve hayvan oluş kavramının sanatsal temsili bağlamında analiz edilmiştir. Sanat tarihinde hayvan imgesinin geçirdiği dönüşümlere işaret edilmiş, son kısımda 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra üretilen eserler üzerinde yoğunlaşılmış ve Francis Bacon, Kiki Smith, Matthew Barney ve Jenny Saville ile Hayao Miyazaki, Lars von Trier ve Werner Herzog’un yapıtları incelenmiştir.
Söz konusu sanatçıların yapıtlarında hayvanlık, Dionysoscu bir içkinlik hali olarak karşımıza çıkar. Resim sanatında özellikle Bacon’ın ve Saville’in insan ile hayvan arasında et ve beden üzerinden kurduğu özdeşlik boya kullanımında oluşturdukları yoğun bir plastik dille sonuçlanırken Kiki Smith’in kadın bedeni üzerinden doğayla kurduğu yakın bağlar hayvanlıkla daha sembolik düzeyde bir etkileşim yaratır. Matthew Barney’nin video-art çalışması Düzen ise hayvanla olan sınır aşımını melezlik-ötekilik gibi kavramlarla kurar. Sinemada Lars von Trier’in Deccal’i, doğanın kaotik yapısıyla amansız bir mücadele halinde olan insanın çabasının ve rasyonalizmin boşunalığını yine hayvanlığı kullanarak göz önüne sermektedir. Benzer biçimde Miyazaki, Prenses Mononoke’de, doğaya başkaldırının yıkıcı sonuçlarını Kurt-kız San’ın büyük hayvan ailesi ile ilişkilerini destanlaştırarak gösterir. Son olarak Herzog’un Ayı Adam’ı, antroposen dünya görüşüne karşı arkaik bir biçimde kendini kurban eden anti-kahramanın yolculuğudur. Sonuç olarak insan merkezciliğin çökmeye başladığı, özellikle postmodernizmle insan ve hayvan arasındaki sınırın belirsizleştiği ve bu belirsizliğin sanatsal üretimlere biçimsel-plastik anlamda ve içerik bağlamında bir tür çözülme halinde yansıdığı görülür.
The purpose of this study is to discuss the relationship forms with non-human animals throughout the history of culture and to interpret metamorphoses of animal images in visual arts, through Dionysian aesthetics together with Gilles Deleuze’s and Felix Guattari’s concept of “becoming-animal” which finds its origins in the philosophy of Friedrich Nietzsche. In the research, artworks from various visual practices such as painting, video art, installation, and film, are analyzed in the context of artistic representation of animal images and the concept of “becoming-animal”. The study points out certain moments in the transformation of animal images through the history of visual arts. Finally, it focuses on the works produced after the second half of the 20th century. Eventually, it will pay a specific attention to the works of Francis Bacon, Kiki Smith, Matthew Barney, Jenny Saville, Hayao Miyazaki, Lars von Trier, and Werner Herzog.
In the works of these artists, animality shows itself as Dionysian immanence. In painting, the human- animal identity that Bacon and Saville establish through flesh and body results in an intense plastic representation that they create with their use of paint. Kiki Smith’s bonds with the nature through the female body create a more symbolic interaction with animality. Barney’s video-art work The Order, on the other hand, breaks the boundaries between humans and animals through concepts such as hybridity and otherness. In cinema, Lars von Trier’s The Antichrist, by using animality, reveals the futility of human effort and rationalism, which are relentless struggles with the chaotic structure of nature. Similarly, by eliciting Wolf-girl San’s relations with her large animal-family, Miyazaki portrays the devastating consequences of rebellion against nature in Princess Mononoke. Finally, Herzog’s Grizzly Man portrays a journey of an archaic, self-sacrificing anti-hero against the Anthropocene worldview. As a result, it is seen that anthropocentrism begins to collapse, the border between human and animal loses its certainty, and with the influence of postmodernism, this uncertainty is reflected as dissolution in artistic production both in form and content.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kültürel çalışmalar |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 26 Eylül 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 |