Sanat ve hakikat ilişkisi her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Sinema da gerçekçilik ve
biçimcilik olarak adlandırılan iki ana gelenek içerisinde kendi hakikat yorumunu ve üslup
arayışlarını üretmiştir. Gerçekçilik, sinemanın seyirci ile yansıtılan evren arasında bir pencere
görevi üstlendiğini düşünerek, metnin gücünü bu ilişki içinde aramıştır. Biçimcilik ise sinema
perdesini, yönetmenin kullandığı bir çerçeve, tablo olarak ele almış ve yansıtılan gerçeklik
yerine, yansıtılan fikre ve yönetmene öncelik vermiştir. İçinde bulunulan tarihsel koşullar ise
birçok bakımdan kavramsal farklılıklar barındırmakta ve üretmektedir. Ortaya çıkan temel
farklılık ise hakikati akıl yoluyla ele geçirme iddiasındaki Avrupa Aydınlanması’nın iddialarının
küreselleşme koşullarında meta-fetişizmi ve araçsal aklın egemenliği yoluyla çökmüş
olmasıdır. Meta fetişizmi yoluyla irrasyonelleşen faydacı akıl, öngörülülebilir bir yaşam üretme
iddiasındaki modernliğin öngörülemez bir hal alması ile sonuçlanmıştır. Toplum, birey ve
siyaset gibi aktörler ise yaşanan bütünsel süreç karşısında herhangi bir manevra alanı
oluşturamamaktadır. Hakikatin, iletişim araçlarının da iş birliği ile yerinden edilişi Jean
Baudrillard tarafından simülasyon kuramında ele alınmıştır. Post truth kavramı ise kitlelerin
siyasal tavır alışlarında ortaya çıkan bir gerçeklik kaybını ifade etmektedir. Bu bağlamda
çalışma; sinema sanatının temel ayrımını oluşturan biçimcilik ve gerçekçilik ayrımını ortaya
çıkan hakikat kaybı koşullarında ele almakta ve geleneksel ayrımın yetersiz kaldığına yönelik
eleştirel bir yorum sunmaktadır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İletişim ve Medya Çalışmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 27 Sayı: 4 |