Felsefî-kelam dönemi etkileşimlerin çok yoğun olduğu fikrî ve felsefî bir ortama tekabül etmektedir. Bu etkileşim faaliyeti, bir taraftan İslam felsefesi ve kelam arasında meydana gelirken; diğer taraftan ise farklı kelam ekolleri arasında meydana gelmiştir. İslam felsefesi ve kelam arasındaki söz konusu etkileşim zorunlu-mümkün ilişkisi, varlık ve mahiyet kavramlarında gerçekleştiği halde kelam ekolleri arasında bu etkileşimin en bariz şekilde hüsün ve kubuh kavramlarında ortaya çıktığı görülmektedir. Nitekim Cüveynî (ö. 478/1085), Gazzâlî (ö. 505/1111) ve Râzî (ö. 606/1210) sayesinde tekâmüle ulaşan dönemde bütün değerlerin vahye dayalı olduğunu ileri süren yaklaşımlara karşı, Eş‘arîliğin içinde bazı değerlerin aklî ve fıtrî olduğunu, en azından vahiyden bağımsız idrak edilebileceğini ileri süren yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Eş‘arî gelenekte özellikle Râzî’den sonra hüsün ve kubhun üç anlama geldiği aktarılmıştır. Bunlar, “bir şeyin kemal ve naks sıfatı olup olmaması”, “tabiata uygun olup olmaması”, son olarak da “sevap ve cezaya konu olup olmaması” şeklindedir. Râzî ve sonrasındaki Eş‘arî kelamcılar ilk iki anlamın aklî olduğunu, son anlamın ise şer‘î olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak onlardan önce Eş‘arî gelenekte böyle bir tasnif bulunmamaktadır. Hüsün ve kubhun mahiyeti ile birlikte bu değişimin nasıl hâsıl olduğunu, Râzî ve son-rasında hüsün-kubuhla ilgili kabul edilen tasnifin ilk dönem Eş‘arî metinlerde olmadığını ortaya koyacağız. Bu açıdan felsefî kelam dönemi, sadece felsefe-kelam değil; aynı zamanda Mutezile-Eş‘arî etkileşimin de yoğun olduğu bir dönemdir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kelam |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 30 Eylül 2023 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Eylül 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 3 Sayı: 2 |