Varlık yokluk meselesi, varlık diye bildiğimiz unsurların hangi ölçülerle varlık olarak nitelendirilebileceği gibi hususlar dinlerin ve düşünce sistemlerinin en başat konularından olmuştur. Özellikle mevcudatın kadim (ezeli) veya hâdis (sonradan yaratılma) olup olmadığı meselesi, en çok tartışılan ve farklı görüşlerin ileri sürüldüğü konuların başında gelmektir. Buna ilaveten varlık diye bildiğimiz birimlerin Yaratıcı ile olan ilintisi, konumu ve mahiyeti de bu konuda ortaya çıkan meselelerden olmuştur. Klasik kelamcı düşünceye göre Allah, varlığı sonradan ve yoktan yaratmıştır, inancı hâkimken, tasavvuf düşüncesi varlığın Allah’ın bilgisinde ezelden beridir var olması itibarıyla kadim; ancak cisimleşerek varlık alanına çıkması yönüyle hâdis olduğunu ileri sürmüştür.
Mevcudatın kendine yeten bir varlığı olmadığı ve buna bağlı olarak gerek yaratılmada ve gerek yaratılma sonrasında her halükârda Allah’ın varlığına muhtaç olması gerçekliği dile getirilmiştir. İşte bu çerçevede, her an yeniden yeniye yaratma ve yaratılma fiilinin gerçekleştiği tezi ileri sürülmüştür. Bu tezin İslam öncesi felsefi düşünce sistemlerinde de izleri görülmekle birlikte tasavvufta da bir karşılık bulduğu görülmektedir. Özellikle vahdet-i vücut düşüncesini sistematikleştiren İbn Arabî’nin de üzerinde sıklıkla durduğu bu düşüncenin izlerini, Mevlânâ’nın şiirlerinde de bulmaktayız. Başta Mesnevi olmak üzere Divan-ı Kebir, Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a gibi eserlerinde Mevlânâ’nın bu tezi benimsediği görülmektedir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Ekim 2021 |
Gönderilme Tarihi | 1 Temmuz 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 |