Öz
Halk bilimi, sosyal ve beşerî bilimler içinde kendine yer bulmaya başladığı aydınlanmanın ilk dönemlerden itibaren insanlığın kültürel geçmişini ve kökenini araştırma ve yok olmakta olan sözlü kültür değerlerinden yeni ulus kimliğini inşa etme şeklinde iki güçlü yol ve akım üzerinden gelişimini sürdürmüştür. Bu iki bakış açısı; “derleme”, “yayımlama”, “arşivleme”, “müzeleme” biçiminde veri toplama ve depolama ile çoğu topluluk dışı aktörlerce yürütülen yeni kimlik inşasını destekleme amaçlı bir yöntem olarak ortaya çıkan “uygulama” yoluyla oluşan yeni üretimlerle folklorun korumasına hizmet etmiştir. Ancak bilimsel veya sanatsal alanda bir karşılığı olsa da folklorik ürünlerin “saklanması”, “depolanması” veya “muhafaza altına alınması” ile “taklit etme”, “esinlenme” veya “yararlanma” biçimindeki uygulama modellerinin topluluk içinde ve bizzat topluluk tarafından “aktarım”, “üretim” ve “canlandırma” temelli sürdürülebilir bir koruma olmadığı zaman içinde anlaşılmıştır. Sanayileşme, kentleşme, göç, modernleşme veya küreselleşme gibi pek çok sosyal, kültürel veya ekonomik olgu, topluluğun kuşaktan kuşağa aktarılması gereken ve kültürel kimlik ve aidiyetinin unsurlarını oluşturan yaşayan kültürel miraslarını koruyamadığı düşüncesiyle yeni koruma arayışları ortaya çıkmıştır. Bu arayışlar sırasında UNESCO’da yürütülen somut ve somut olmayan kültürel miraslara yönelik koruma çalışmaları, devletlerin, bilim insanlarının ve sivil toplumun yoğun ilgisi ile karşılaşmıştır. 1989 yılında kabul edilen Geleneksel Kültürün ve Folklorun Korunması Tavsiye Kararı ile bu kararın uygulanması sırasında kazanılan deneyimle 1994 yılında hazırlanan Yaşayan İnsan Hazineleri ve 1997 yılında başlayan İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirası Başyapıtları Programları’nın gördüğü ilgi ve yarattığı tartışma, bu konuda bir sözleşme hazırlama fikrini doğurmuştur. Böylece ortaya çıkan ve uluslararası toplum tarafından dikkatle izlenen SOKÜM Sözleşmesi, folklorun korunmasında bilim için belge oluşturma ve sanat için esinlenme yöntemlerinin yetersizliğine işaret ederek örgün, yaygın ve sargın öğrenme yoluyla kuşaktan kuşağa aktarımı, topluluk içinde üretimi ve topluluk tarafından yeniden canlandırmayı merkeze alan yeni bir koruma modeli geliştirmiştir. Sözleşme, kültürel kimlik ve aidiyetin koruması ve topluluğun sürdürülebilir kalkınması için somut olmayan kültürel miras olarak adlandırılan unsurların yaşayabilirliğinin garanti altına alınmasını istemektedir. Ulusal düzeyde envanter, eğitim, katılım; uluslararası düzeyde yardımlaşma ve listeleme süreçlerini buna göre oluşturmaktadır. Önerilen ve 2008 yılından bu yana İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi’ne yapılan ilk kayıtlarla başlanan bu koruma yöntemi ve uluslararası toplum tarafından benimsenen uygulamaları bilim insanları tarafından izlenmekte ve amaçlarını gerçekleştirme imkân ve sorunları tartışılmaktadır. Türkiye’de de az sayıda da olsa bilim insanları, somut olmayan kültürel mirasın topluluk içinde kuşaktan kuşağa aktarma yoluyla korunmasına yönelik çalışmaların sonuçlarını ve yarattığı sorunları çeşitli düzeylerde izlemektedir. Bu konuda korumaya yönelik ulusal ve uluslararası bütün iş ve eylemlerin bilimsel çalışmalarla takibiyle daha aydınlatıcı ve yorumlanabilir sonuçlar elde edilebilecektir.