Büyük toplumsal dönüşümlerin tahlilinde, özneleri çevreleyen nesnel belirlenimler
çözümlemenin dışında bırakıldığında ya da bunlar geri plana atıldığında; tarihsel
açıklama, belirli grupların veya kişilerin, büyük bir serbesti içinde şekillenen irade
ve pratiklerinin bir sonucu hâline gelmektedir. Bu tür açıklamalarda, öznelerin
başarıları, başarısızlıkları, iyilikleri ve kötülükleri tartışmanın merkezine alınarak,
tarih, tümüyle rastlantıların ve tarihsel kahramanların ellerine terk edilir. Osmanlı-
Türkiye modernleşmesi tartışmalarında literatüre büyük ölçüde hâkim durumda
olan güçlü devlet geleneği tezinde ise özneler, Osmanlı’dan devralındığı iddia edilen
bir devlet geleneğinin taşıyıcıları olarak sunulurlar. Bu devlet geleneği mirasını
devralan İttihatçılar ile onların devamı niteliğindeki Kemalistlerin iktidarında, sivil
toplum ve ara tabakaların siyasal süreçlerin dışında tutulduğu ve mevcut oldukları
kadarıyla da gelişip serpilmelerinin engellendiği iddia edilir. Böylelikle ülkenin tarihsel
gelişim doğrultusunun, Osmanlı devlet geleneğini devralan asker ve sivil bürokratlar
tarafından, yukarıdan bir devrimle tayin edildiği öne sürülür. Bu açıklama, öznelerin
irade ve pratiklerini yüzyılların derinliklerinden gelen bir öze (güçlü devlet geleneğine)
bağlıyor olması nedeniyle, özne-merkezli tarihyazımının bir örneğini teşkil etmiyor gibi
gözükmektedir. Ancak bu görünüş yanıltıcıdır. Güçlü devlet geleneği tezinde tarihsel
hareket -bu tezin dayandığı tarihsel verilerdeki tüm ampirik ve diğer yöntemsel sorunlar
bir yana-, genel bir kural olarak, yine belirli öznelerin kararları ve edimlerine göre
devinimini gerçekleştirir. Çünkü ‘devlet geleneği’ nosyonu asıl olarak, özneleri, nesnel
belirlenimlerin dışına fırlatan bir tramplen işlevi görmektedir. Bu tez gerçekte, öznemerkezli
tarihyazımını fasılalı bir şekilde (devlet geleneği gibi bir ara duraktan) geçerek
yeniden üretmektedir. Üstelik bu, yöntemsel açıdan kaçınılmaz bir sondur. Güçlü devlet
geleneği tezi, farklı olguların görünürde taşıdıkları bir takım yüzeysel benzerliklere
işaret etmekle, bunların birbirleriyle bağlantılı olduğunu varsayar; ancak bu bağlantının
nasıl var olabildiğini somut olarak açıklamaya girişmez. Somut çözümlemede, ‘Osmanlı
devlet geleneği’ faktörü, araştırma planına somut biçimde dâhil olamayan bir ön-kabul
olarak kalır. Devlet geleneği nosyonu hiçbir tarihsel gelişmeyi somut olarak açıklamadığı
için, öznelerin irade ve pratikleri zorunlu olarak her şeyin açıklaması hâline gelir.
Neticede bu tezin savunulduğu metinlerde Osmanlı-Türk modernleşmesine yönelik
analizler, hemen her zaman, öznelerin düşünce ve edimlerinin bir eleştirisinden ibaret
kalır. Oysa Türkiye’deki modernleşme tartışmalarını artık, Jön Türkler, İttihatçılar ya
da Kemalistlere yönelik övgü ve yergilerin ötesine taşımak gerekmektedir. Böyle bir
açıklama tarzı ise öznelerin, nesnel belirlenimler karşısında dipnotlara indirgenmesini
gerektirmektedir.
Türk Modernleşmesi, Geç Modernleşme, Bürokrasi, Özne-Merkezli Tarihyazımı, Özgücülük.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makale / Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 9 Aralık 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 44 Sayı: 4 |