Sokrates’in daimon kavramı, Kant’ın evrensel ahlak yasasındaki iç mahkemesi, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki kendini gerçekleştirme basamağı, Horney’in nevroz teorisi, tüm bu düşünce sistemlerinin ortak noktası; insanın doğumuyla getirdiği potansiyelini geliştirme yoluyla kendisini gerçekleştirerek özgürleşeceği, üretken, kendisiyle barışık, mutlu bir kimlik inşa edeceğidir. Aksi halde kendisini gerçekleştiremeyen birey, eksikliğini giderebilmek için uyumlandığı sosyokültürel topluma bağımlı olacak, geçici güç odaklarına yönelecek, iç sesinden uzaklaşarak öz saygısını yitirecek, yaşadığı benlik çatışması sonucunda kendisine yabancılaşarak, nevrotik eğilimler geliştirecektir. Jung’un analitik psikolojisine göre çevreye ve kültüre uyum ile kazandığımız özellikler yani personalar; kişiliğimiz ile ilişkimizi kaybederek yabancılaşmamıza sebep olan maskelere dönüşmektedir. Bireyin tüketim kalıpları yoluyla kazanmaya çalıştığı itibar, ya da sanal dünyada kurguladığı profiller arkasına saklandığı maskelerden başka bir şey değildir. Bu çalışmada betimsel yöntem kullanılarak yabancılaşma kavramı felsefe, sosyoloji ve psikoloji disiplinleri diyalektiğinde tanımlanmaya çalışılmış ve maske metaforu üzerinden lisan engeline takılmayan evrensel bir dil olan fotoğraf sanatı aracılığı ile betimlenmiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 26 Ekim 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 15 Sayı: 4 |