Kur’ân-ı Kerîm, edebiyatın ve belâgatın zirve olduğu bir dönemde inmiştir. O günlere tanık olan insanlar, Kur’ân’ın sûre ve âyetlerinin eşsiz nazmı ve güzelliği karşısında aciz kalmışlar, edipler ve muallaka şairleri bile hayranlıklarını dile getirmekten kendilerini alamamışlardır. Bu eşsiz eser, Hz. Peygamber (s.a.s.) vesilesiyle hem okunmuş hem okutulmuş hem de vahiy kâtipleri vasıtasıyla kayıt altına alınarak kuşaktan kuşağa aktarılmak suretiyle bizlere ulaşmıştır. Bu kuşakların en önemli halkalarını ashâb-ı kirâm, tâbiîn ve etbâu’t-tâbiîn dönemleri oluşturmuştur. Özellikle bu kuşaklardan sahâbe, Hz. Peygamber’den işittiği ve öğrendiği kırâatleri şifahi hem de yazılı olarak aktarmada ilk halkayı teşkil etmişlerdir. Öyle ki bunlar, bizzat Hz. Peygamberden öğrendikleri kırâatleri bu şekilde aktarmanın yanı sıra Kur’ân kırâatlerine göre imlâ ve istinsah etmiş, arza-i ahîreye uygun kırâatleri iki şahit şartı ile titizlikle kaydetmişlerdir. Bu uygulamadan sonra kırâatlerin tespit kriterleri temayüz etmeye başlamış, bu kriterlerden isnat ve Mushaf imlâsı konusunda Müslümanlar arasında pek ihtilaf oluşmamasına karşın; icma, tevatür şartı gibi kriterler üzerinde birtakım farklı görüş ve yorumlar zuhur etmiştir. Arap olmayanların İslâm’a girmesiyle birlikte dildeki lahnın (hatanın) yaygınlaşması bariz bir şekilde görülür olmuştur. Bu da Kur’ân’ın doğru okunabilmesi için Arapça gramerine uygunluk, harekeleme vb. birtakım çalışmaların yapılmasını gündeme getirmiştir. Söz konusu çalışmalar ise sonraki dönemlerde belirlenen kırâatlerin sıhhat kriterlerini çeşitlendirerek ziyadeleştirmiştir. Bu bağlamda söz konusu çalışmayla kırâat ilminin tanımı kısa bir şekilde verilmiş, ardından sahih kırâatlerin tespit kriterleri Hz. Peygamber döneminden başlatılmak suretiyle sahâbe, tâbiîn ve tedvîn dönemlerini kapsayacak şekilde araştırılmış, bu kriterlerde gelişme ve genişleme olup olmadığı ortaya konmuştur. Neticede Hz. Peygamber ile başlayan bu uygulama, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde merhale merhale gelişip genişleyerek tedvîn dönemine girildiği görülmüş, tedvîn döneminde ise tekâmül noktasına ulaştığı anlaşılmıştır.
The Holy Qur’an was revealed at a time when literature and eloquence were at their peak. People who witnessed those days were incapacitated by the unique poetry and beauty of the sūrahs and verses of the Qur’an, and even the poets and muallaka poets could not help expressing their admiration. This unique work was both read and recited by the Prophet (s.a.s.) and recorded by the scribes of revelation and passed down from generation to generation. The most important rings of these generations were the periods of the Companions, the Tâbiîn and the Etbâu’t-tâbiîn. Especially among these generations, the Companions constituted the first circle in transmitting the qiraat that they heard and learnt from the Prophet both verbally and in writing. So much so that, in addition to transmitting the qiraats they learned from the Prophet in this way, they spelled and inscribed the Qur’an according to the Qur’anic qiraats, and meticulously recorded the qiraats in accordance with the arza-i ahîra with the condition of two witnesses. After this practice, the criteria for the determination of the Qur’anic fragments began to come into prominence, and although there was not much disagreement among Muslims on the issue of isnat and Mushaf orthography among these criteria, some different opinions and interpretations emerged on criteria such as ijma and the condition of tawaturat. With the entry of non-Arabs into Islam, the spread of lahna (error) in the language became evident. This, in turn, brought up the need to carry out some studies such as compliance with Arabic grammar, harekeleme, etc. in order to read the Qur’an correctly. These studies, on the other hand, diversified and enriched the criteria for the authenticity of the qiraats determined in the following periods. In this context, in this study, the definition of the science of qiraat is given briefly, and then the criteria for determining the authentic qiraat are investigated by starting from the Prophet’s period and covering the sahâba, tâbiîn and tedvîn periods, and it is revealed whether there is development and expansion in these criteria. As a result, it was seen that this practice, which started with the Prophet, developed and expanded gradually in the sahâba and tâbiîn periods and entered the tedvîn period, and it was understood that it reached the point of perfection in the tedvîn period.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2023 |
Gönderilme Tarihi | 1 Nisan 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Sayı: 54 |