Sanat tarihçi Linda Nocklin’e hatırı sayılır bir ün ve saygınlık kazandıran kitabı “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” başlığından da anlaşılacağı üzere son derece haklı bir soruyu dile getirmektedir. Basit bir akıl yürütmeyle, yetenek dediğimiz olgunun kadın ya da erkek tüm insanlara eşit dağıtıldığını düşünsek de, bu varsayımın sağlamasını tarihe bakarak yapmak pek mümkün görünmemektedir. Ataerkil toplumlarla başlayan binlerce yıllık yazılı tarihin kadınlara karşı adil davranmadığı iddiasını feminist eleştiri “history” sözcüğünü üzerinden “his-story” (eril olanın hikayesi) şeklinde anagramatik bir yaklaşımla gözler önüne sermeyi amaçlar. Kimileri için bir tek sözcüğe yapılan bu küçük müdahalenin yüzlerce yıla sinmiş bütün bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu düşüncesi yeterince ikna edici bulunmayabilir. Kadınlar, önemli tarihsel figürlerin eşleri ya da anneleri, yani obje olmanın dışında nadiren özne olarak kayıtlara geçebilmişlerdir. Özellikle sanat alanında yaratıcılık ve deha gibi eril olanla özdeşleşen kavramların Antik sanatın estetik ve güzelliğin normlarını belirleyen zirvelerinden, cinselliği tabu olmaktan çıkaran kimi avangart 20 yüzyıl sanat hareketlerine varıncaya dek bu durumun istisnaları, ancak öykülerindeki trajedi ölçüsünde dikkat çekmeyi başarabilmiştir. Bu minvalde metin, 19. Yüzyıl Gerçekçiliğinin önemli bir ismi olan Rosa Bonheur’u açıklayan bir çerçeve çizmeyi amaçlamaktadır. Bonheur’un sanat hayatı, toplumsal normların kısıtlayıcılığını aşmak iradesini gösteren kadınların, yeteneklerini ya da becerilerini ortaya koymak, kendi kişisel serüvenlerini hayata geçirmek için radikal çözümler ürettiği dikkat çekici birkaç örnekten biridir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 29 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 25 Ekim 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Cilt: 2 Sayı: 3 |