Bütün bir vahiy geleneğinde olduğu gibi İslam dininde
de ahlak ve metafizikle ilgili bilgilerin yanında bireylere bir takım ödev ve
sorumluluklar yüklenir. Muhtevasında yer alan konuların birbiriyle ilişkisi
nedeniyle daha sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için dini metinlerin bir bütün
halinde ele alınması gerektiği aşikardır. Ne var ki ihtiva ettikleri
konulardaki çeşitlilik ve derinlik dini metinlerin zamanla farklı ilmî
disiplinler tarafından incelenmesini gerektirmiştir. Bu disiplinler arasında
yer alan fıkıh genel olarak bireyin ödev ve sorumluluklarını kendisine konu
edinir. Bu meyanda o, bireylerin tüm yapıp etmelerini dini bakımdan yapılması
gerekenler ve kaçınılması gerekenler olarak kategorize eder. Ayrıca onların
hangi konularda serbest olduklarını söylemek de yine fıkhın görev tanımına
girer.
Dini metinlerin farklı disiplinler tarafından incelenme
gereği teknik ve zorunlu bir durum olup bu disiplinler arasındaki ilişkinin
tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Zira fıkıh üstlendiği görevi yerine
getirirken hareket noktası olan dini metinleri aynı zamanda meşruiyetinin
kaynağı olarak görür. Fakat o bu kaynağın iddialarının ve ele aldığı
meselelerin tartışmaya açılması ile hiçbir zaman entelektüel olarak ilgilenmez.
Çünkü bu misyon “kelâm” tarafından üstlenilmiştir. Kelâm mezkur metinlerden
hareketle bir taraftan muarızlara cevap verirken diğer yandan da bir hakikat/din
tasavvuru ortaya koyar. İşte bu hakikat tasavvuru aynı zamanda fıkha da
meşruiyet zemini oluşturmaktadır. Dolayısıyla fıkıh bütün faaliyetini bu
tasavvurun ışığında yürütmektedir. Zira bütün bir fıkhi faaliyetin omurgasını
oluşturan hüküm Gazalî tarafından ve tamamıyla Eş’arî kelâmının hakikat
tasavvuruna göre tanımlanmıştır.
Hakikat/din kelâm gibi felsefe tarafından da araştırma
konusu edilir. Yalnız bu araştırmada felsefe ile kelâm arasında çok önemli bir
yöntem farkı bulunur. Zira ilki ele aldığı konunun ne şekilde sonuçlanacağına
dair herhangi bir garanti vermezken ikincisinin vardığı sonuçların hiçbir zaman
mevcut/verili hakikatle çeliştiğine rastlanmaz. Mantık terimleriyle ifade etmek
gerekirse kelâm netîceye uygun kaziyyeler/önermeler kurarken felsefe
kazıyyelerden hareketle netîceye varmaya çalışır. Bu durum felsefe ile kelâmın
hiçbir zaman aynı hakikatte uzlaşamayacakları anlamına gelmez. Fakat felsefî
yöntemi benimseyecek olanların her zaman eldeki hakikati kaybetmeyi göze
almaları gerektiği de izahtan varestedir. Öte yandan bu, fıkhın meşruiyet
zemininin tartışmaya açılması anlamına gelecektir. Dolayısıyla yapılması ve
kaçınılması gerekenleri serdeden fıkhın hakikati/dini konu edinmesi halinde
felsefeye karşı olumsuz bir tavır içine girmesi ilk bakışta gayet tabii
görülebilir.
Felsefenin dini/hakikati konu edinmesine fıkhın
yaklaşımını en net şekilde ortaya koyacak olan fıkıh literatürüdür. Bu
literatür üzerinde yapılacak incelemede felsefe hakkındaki olumsuz yaklaşımın
herhangi bir istisnası mevcut değildir. Aksine fukaha kimi zaman felsefeye
medhal teşkil ettiği için mantığa kimi zaman da felsefeyle mezcolduğunu ileri
sürerek kelâma karşı olumsuz bir tutum içerisine dahi girmiştir. Öyle
anlaşılıyor ki fukahaya göre felsefe bizatihi fasit olmakla kalmayıp aynı
zamanda başka şeyleri de ifsat etme özelliğine sahiptir. Fıkıh tarihine
bakıldığında felsefe konusundaki bu olumsuz tutumun herhangi bir fıkhî ekol,
dönem veya coğrafya ile mahdud olmadığını da ayrıca belirtmek gerekir.
Kelâmın eldeki hakikate göre istidlalde bulunması onun
misyonuyla ilgilidir. Dolayısıyla akıl, felsefede metbû iken kelâmda tâbî
olmaktadır. Bu yönüyle felsefede akıl her daim hakem, kelâmda ise eldeki
hakikati izaha ve muhatabı buna iknaya memurdur. Yalnız muhatapların kelâmın
hakikatine iman etmemeleri durumunda akıl memur olmaktan çıkmakla kalmayıp
ayrıca hakem rolüne de bürünmek zorunda kalmaktadır. Aksi takdirde eldeki
hakikatin yine eldeki hakikatle ispat edilmeye çalışılması şeklinde bir mantık
hatasına yani müsâdere ale’l-matlûba/devre/totolojiye düşülecektir. O halde
geriye -felsefenin en baştan yaptığı gibi- aklın hakemliğine boyun eğmek
kalmaktadır.
Mümin bir bireyin kelâm tarafından kendisine verili hakikati/din
tasavvurunu sorgulaması durumunda bunu kaybetme ihtimali olduğu açıktır. Fakat
dinin müminlerinden beklediğinin zihnen ikna olmak değil kalben iman etmek
olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Zira aklen kani olup iman
etmeyenler olduğu gibi bunun tam aksinin de sayısız örneği vardır. Bu kabul
edildiğinde fıkhın eldeki hakikatlerin felsefî bir sorgulamaya tabi tutulmasına
karşı çıkması da anlamını yitirmektedir. Öte yandan kişi bu sorgulamayı zaten
insiyâkî olarak yapmaktadır. Çünkü o öncelikle eldekinin hakikat olup
olmadığından emin olmak ister. Bunu tespit için ya vahyi tecrübe edecek veya
aklın hakemliğine razı gelecektir. Eldeki hakikat vahiy tecrübesinin son
bulduğunu söylediğinden aklın hakemlik süreci doğal olarak başlar. Haliyle
fıkhın vereceği olumlu veya olumsuz hüküm sürecin doğallığını kabul veya
reddetmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir.
As in the whole tradition of revelation, as well as
information about morality and metaphysics, individuals have some duties and
responsibilities in Islam. It is evident that religious texts should be handled
as a whole in order to achieve healthier results because of the interrelation
of the issues in the content. However, the diversity and depth in the subjects
they contain have been required the study of religious texts in different
scientific disciplines over time. Fiqh among these disciplines discusses the
duties and responsibilities of the individual in general. In this sense, it
categorizes all the actions of individuals as what should be done and what to avoid in religious terms. In
addition, to tell them what they are free to do enter into the definition of
duty of Fiqh.
The need to examine religious texts by different
disciplines is a technical and compulsory situation which does not mean that
the relationship between these disciplines is completely eliminated. Because
the jurisprudence acknowledges religious texts those are the starting point of Fiqh's
duty as the source of legitimacy. But it is never intellectually interested in
discussing the arguments and issues of those resources. Because this mission is
undertaken by “Kalam”. On the one hand Kalam responds to the opponents, on the
other hand it puts forward the concept of truth/religion. This is the notion of
truth, at the same time, is the basis of legitimacy for fiqh. Therefore, the
fiqh carries out all its activity in the light of this conception. The concept
of verdict that constitutes the backbone of the whole activity is defined by
Ghazali according to the concept of the truth of Esharite School.
The truth/religion is also the subject for philosophy.
However, there is a very important methodical distinctness between philosophy
and Kalam. While the former does not give any guarantee for the result, the
results of the latter are never found to contradict with the present/given
truth. In terms of logic, while Kalam puts forward the propositions in keeping
with the result, philosophy tries to reach the result in following its
premises. But this does not mean that
philosophy and religion can never be reconciled in the same truth. However it
is also clear that those who will adopt the philosophical method should always
face to lose the truth. On the other hand, this would mean to dispute the
legitimacy of the fiqh. Therefore, at first glance the negative Fiqh's negative
attitude to philosophy can be seen pretty neutral.
This is the Fiqh's literature, which clearly reveals
the approach of the fiqh to philosophy. There are no exceptions to the negative
approach on philosophy. On the contrary, fuqaha even sometimes have had
negative attitude towards logic owing to the fact that it is the basis of
philosophy and sometimes have had negative attitude towards Kalam because of
the fact that it coincided with philosophy. It is understood that according to
the fuqaha, philosophy is not only a facade, but also has the property of
disordering other things. Considering the history of fiqh, this negative
attitude has not been restricted to any certain school, period or geography of
fiqh.
It is about Kalam's mission to deduce in reference to
the available truth. Hence, while reason is an governor in philosophy, it is
subject in Kalam. In this respect, it is
always the referee in philosophy, it is, on the other hand, subject to explain
truth and persuade the interlocutor in Kalam. However, if the interlocutors do
not believe in the truth of Kalam, the reason is not only to be employee, but
also acts as a referee. Otherwise, to demonstrate the truth by the same truth
amounts to fall into a logic error which is ale’l-matlûba/circularity/tautology.
In that case, all that remains is to obey - as philosophy does- reason's
arbitration.
In case of questioning the truth/faith which is proposed by Kalam It is
likely that the believer possibly loses it. But it is the fact that religion
requires not to persuaded mentally but to be believed at heart. Because there
are innumerable examples of who do not believe in, but approve it rationally.
When this is accepted, the fact that the fiqh is opposed to the philosophical
questioning of the truths in question loses its meaning. On the other hand, the
believer already questions instinctively in that he primarily demand to be sure
of getting the truth. In order to obtain this, he either experiences revelation
or agrees with the arbitration of the reason. As the truth prescribes that the
experience of revelation has come to an end, the arbitration process of the
reason begins naturally. As a matter of fact, the verdict whether positive or
not will not mean anything more than accepting or rejecting the naturalness of
the process.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 1 Sayı: 2 |