Dinin nasıl izah edileceği ve insanoğlunun felsefe ve bilim gibi tabiî olarak sahip olduğu bilgi kaynaklarına dayanan disiplinlerle ilişkisinin nasıl kurulacağı önemli bir tartışma alanıdır. Ortaçağda ve eski çağlarda din ve felsefe ilişkisine dair tartışmaların günümüzde de din ve bilim ilişkisi ve akıl ve iman ilişkisi şeklinde devam ettiği açıktır. Bu makalede ortaçağ İslam dünyasında din ve felsefe ilişkisinin nasıl olduğuna veya nasıl görülmesi gerektiğine dair Fârâbî ve İbn Sinâ’nın yaklaşımlarını incelemeye çalıştım. Bu iki filozofun bu meselede tam tamına aynı olmasa da, din ve felsefe ilişkisini benzer bir şekilde anladıkları görülmektedir. Buna göre felsefî doğrular ve dinî öğretiler tek bir doğrunun iki farklı ifadesi gibidir. Felsefî öğretiler gerçekliği olduğu gibi anlatan ve hakikî anlamda doğru olan hükümlerden oluşur iken, dini öğretiler hakîkî anlamda doğru olan felsefî hükümlerin, kitlelerin anlayıp mutluluğa erişebilmesi için mecazî veya sembolik olarak ifade edilmiş çeşididir. Fârâbî ve İbn Sînâ’nın dini öğretilerin husûsiyetine dair bu açıklamalarını inceleyerek, onların görüşlerinin dinî çeşitlilik vakıası karşısında çoğulcu bir mevziyi tazammun ettiğini ve bunun da günümüzdeki bazı dinî çoğulculuk teorileri ile benzeştiğini göstermeye çalıştım. Ancak felsefî teoriler ile dinî öğretiler arasındaki ilişkiyi bu şekilde kurmanın, yani dinî öğretileri felsefî teorilere nisbetle, ikincil konuma yerleştirmenin dindar kimselerce pek de kabul edilebilir olmayacağını iddia ettim.
Dinin nasıl izah edileceği ve insanoğlunun felsefe ve bilim gibi tabiî olarak sahip olduğu bilgi kaynaklarına dayanan disiplinlerle ilişkisinin nasıl kurulacağı önemli bir tartışma alanıdır. Ortaçağda ve eski çağlarda din ve felsefe ilişkisine dair tartışmaların günümüzde de din ve bilim ilişkisi ve akıl ve iman ilişkisi şeklinde devam ettiği açıktır. Bu makalede ortaçağ İslam dünyasında din ve felsefe ilişkisinin nasıl olduğuna veya nasıl görülmesi gerektiğine dair Fârâbî ve İbn Sinâ’nın yaklaşımlarını incelemeye çalıştım. Bu iki filozofun bu meselede tam tamına aynı olmasa da, din ve felsefe ilişkisini benzer bir şekilde anladıkları görülmektedir. Buna göre felsefî doğrular ve dinî öğretiler tek bir doğrunun iki farklı ifadesi gibidir. Felsefî öğretiler gerçekliği olduğu gibi anlatan ve hakikî anlamda doğru olan hükümlerden oluşur iken, dini öğretiler hakîkî anlamda doğru olan felsefî hükümlerin, kitlelerin anlayıp mutluluğa erişebilmesi için mecazî veya sembolik olarak ifade edilmiş çeşididir. Fârâbî ve İbn Sînâ’nın dini öğretilerin husûsiyetine dair bu açıklamalarını inceleyerek, onların görüşlerinin dinî çeşitlilik vakıası karşısında çoğulcu bir mevziyi tazammun ettiğini ve bunun da günümüzdeki bazı dinî çoğulculuk teorileri ile benzeştiğini göstermeye çalıştım. Ancak felsefî teoriler ile dinî öğretiler arasındaki ilişkiyi bu şekilde kurmanın, yani dinî öğretileri felsefî teorilere nisbetle, ikincil konuma yerleştirmenin dindar kimselerce pek de kabul edilebilir olmayacağını iddia ettim.
al-Farabi Ibn Sina religious language religious diversity realism
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | Felsefe |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 3 Sayı: 5 |