The belief in God and the meaning of existence has been a subject of significant interest throughout the history of thought. While questioning the source and purpose of existence, there have been those who associate it with a divine being and those who focus on the physical world and do not need a transcendent being. This article will discuss the meanings attributed to the mind and heart in the history of thought regarding the association of the source of existence with the belief in God. The relationship between the mind and the heart plays an important role in the formation and development of belief systems. Belief is sometimes defined as an emotional affirmation in the heart and sometimes as a rational process through reason. The fact that the heart is a symbol of the soul, emotion, reason and faith, in addition to being the organ that provides blood circulation, has placed it at the centre of discussions about belief in God. It is imperative to investigate this issue in order to gain insight into the cognitive functions attributed to the heart in sacred texts and the role of the heart and mind in the justification of belief in God. This study analyses the concepts of mind and heart philosophically in the context of Jewish, Christian and Islamic thought. This framework allows for the discussion of the role of the mind and heart as the responsible centre in matters requiring will, such as faith and some philosophical problems that arise in the justification of belief in God. Consequently, throughout the history of thought, the relationship between reason and belief in God has been interpreted from a variety of perspectives, including those that view the relationship as harmonious, conflicting, or independent. In Judaism, the mind and heart are understood to work in concert, with the mind taking precedence over the heart. In contrast, Christianity has experienced a variety of shifts over time. With the advent of the Enlightenment period in Western Christian thought, the importance of reason was emphasised, and the necessity of placing the belief in God on a rational basis was defended. During this period, the relationship between the mind and the heart was discussed in the context of the rationalism and fideism movements. In Islamic thought, although philosophers put forward different arguments about the justification of belief in God, the main debates were about the definition of faith. The debates have developed around the concepts of assent, assent and deeds. Consequently, the rationality of faith has emerged with the effort to ensure the balance between reason and emotion.
Tanrı inancı ve varoluşun anlamı, düşünce tarihi boyunca üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur. Varoluşun kaynağı ve amacını sorgularken bunu kutsal bir varlıkla ilişkilendirenler ve fiziksel âleme odaklanarak aşkın bir varlığa ihtiyaç duymayanlar da olmuştur. Bu makalede varoşun kaynağının Tanrı inancı ile ilişkilendirilmesine dair düşünce tarihinde akıl ve kalbe yüklenen anlamlar ele alınmıştır. Akıl-kalp arasındaki ilişki, inanç sistemlerinin oluşumunda ve gelişiminde önemli bir rol oynar. İnanç, bazen duygusal bir tasdik olarak kalpte bazen de akıl yoluyla rasyonel bir süreç olarak tanımlanır. Kalbin kan deveranını sağlayan organ olmasının yanında ruhun, duygunun, aklın ve inancın sembolü olması onu Tanrı inancı ile ilgili tartışmaların merkezine koymuştur. Bu konunun araştırılması kutsal metinlerde kalbe atfedilen bilişsel işlevler ve Tanrı inancının temellendirilmesinde aklın ve kalbin rolünün anlaşılabilmesi için gereklidir. Çalışmamızda akıl ve kalp kavramları Yahudi, Hıristiyan ve İslam düşüncesi bağlamında felsefi bir analizle incelenmiştir. Bu çerçevede aklın ve kalbin iman gibi irade gerektiren konularda sorumlu merkez olması ve Tanrı inancının temellendirilmesinde ortaya çıkan bazı felsefi problemler ele alınmıştır. Sonuç olarak düşünce tarihi boyunca aklın Tanrı inancı ile ilişkisi uyumlu, çatışmacı ve bağımsız görüşler olmak üzere çeşitli bakış açılarıyla yorumlanmıştır. Yahudilikte akıl ve kalp birlikte çalışır ve akıl kalbi önceler. Hıristiyanlıkta ise dönem dönem farklılıklar yaşanmıştır. Batı Hıristiyan düşüncesinde aydınlanma dönemiyle birlikte aklın önemi vurgulanmış ve Tanrı inancının rasyonel bir temele oturtulması gerekliliği savunulmuştur. Bu dönemde akıl-kalp arasındaki ilişki rasyonalizm ve fideizm akımları adı altında tartışılmıştır. İslam düşüncesinde ise Tanrı inancının temellendirilmesi hakkında filozoflar farklı argümanlar ortaya koysa da asıl tartışmalar imanın tanımı konusunda yaşanmıştır. Tartışmalar tasdik, ikrar ve amel kavramları etrafında gelişmiştir. Dolayısıyla inancın rasyonelliği, akıl ile duygu arasındaki dengeyi sağlama çabasıyla ortaya çıkmıştır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Felsefesi, Dini Araştırmalar (Diğer) |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 29 Mart 2024 |
Kabul Tarihi | 24 Haziran 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 |