Hz. Peygamber döneminde iman kavramı ve kapsamına giren ögeleriyle bağlantısının niceliğinde herhangi bir ihtilaf olduğuna dair kaynaklarda bir kayda rastlanmamaktadır. Sahâbe döneminde Müslümanlar arasında vuku bulan savaşlar, büyük günah sahibi kişinin durumu ile ilgili birçok tartışmaya yol açınca, dinin en temel noktasının ifadesi olan bu kavramın kapsamı ve niceliğinde tartışma ve ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Öyle ki, bu tartışmalar bazı kelâmî mezheplerin oluşum nüveleri olmuştur. İlk dönemde ileri sürülen muhtelif iman tariflerinin pratikteki karşılığı İslâm toplumunu tefrika ve kargaşaya düşürecek kadar etkili olabilmiştir. Hâriciyye fırkasının imanı kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla amel esaslarından müteşekkil kabul etmesi ve her bir esası imanın eşit ağırlıkta birer ögesi şeklinde görmesi, tasdik ve ikrarın varlığı halinde bile amelde meydana gelen taksiratın küfür sayılmasına yol açmıştır. Böylece bu tarifteki amel, imanı tamamlayan bir öge olunca, iman, inkâr kavramının zıt anlamlısı şeklinde anlaşılmıştır. Bazı fırkalar ise imanı sadece dilin ikrarı şeklinde tarif ederek ameli imanla bağlantılı görmemişlerdir. Birinci yönelimde mevcut kavramlar arasındaki bağlantı şiddete, ikincisinde ise ibadetlerde ilgisizliğe yol açmıştır. Bu sebeple başta Ebû Hanîfe ve Matürîdî olmak üzere bazı kelâmcılar karşı tezler üretmişlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre, iman kalbin tasdiki ve dilin ikrarı olan iki ögeden oluşmaktadır. Bu ögelerin birbiriyle bağlantısı zorunlu değildir. Zira ikrah ve dilsiz olan kişinin imanı geçerlidir. Bu sebeple ona göre iman kalbin tasdikidir, ikrar ise tasdikin varlığının ifadesidir. Böylece tasdik temel, ikrar ise tali bir öge olarak imanla bağlantılıdır. Amel ise imanın oluşmasında etkili bir öge değildir. Ancak tamamen bağımsız da değildir. Naslarla belirlenmiş bağlayıcı farizalardır. Birçok farizanın olmadığı Mekke döneminde vefat eden mü’minlerin durumu ve her bir peygamberin şeriatinin farklı olması bunu göstermektedir. Matürîdî’ye göre tasdik imanın tek temel esasıdır. İkrar tasdiki ifade etmesi hasebiyle tasdikle bağlantılıdır. Amel ise imanın bir cüz’ü değildir. Böylece her ikisinin de iman tarifinde tasdik temel esas ikrar ikinci dereceden önemsenmiş bir esas olmakla beraber amel tarifte yer almamıştır. İşte bu çalışmada Ebû Hanîfe ve Matürîdî’ye göre iman, amel ve iki kavram arasındaki bağlantının niceliği ele alınmıştır. Her ikisinin de ameli imanın bir cüz’ü şeklinde değil, mü’min kişinin nas ile sabit olan sorumlulukları şeklinde gördükleri anlaşılmıştır. Onlara göre, ameldeki taksirat mü’mini dinden çıkarmaz. Zira amel, iman edildikten sonra farz kılınmış ve kişinin ameldeki taksiratının karşılığı Allah’ın dilemesine bağlanmıştır.
yok
yok
In the time of the Prophet, there is nothing recorded in the sources regarding the concept of faith and how much it relates to the part covered by this concept. But the discussions about the situation of the man of great sin during the Battle of Siffin led to different definitions in the scope and quantity of the concept of faith, the expression of the most fundamental point of religion. Some theological sects have been founded based on these descriptions. Moreover, the practical application of the definitions has been so effective that it has divided and confused Islamic society. Faith consists of heart and affirmation, tongue and confession, and action with limbs, according to the definition of the Kharijiyya sect. In this description, deed has the same weight as other parts of the faith. Therefore, according to this sect, failing in deed is disbelief, even if the other two are present. For the deed in this description is the opposite of the concept of denial and a part that completes faith. Some sects, on the other hand, described faith as a mere confession of the tongue, and did not see deed as connected with faith. Combining the existing concepts led to violence in the first description, and apathy in worshipping in the second. Some theologians, notably Abu Hanifa and Maturidi, therefore reacted to these descriptions. According to Abu Hanifa, faith consists of two parts, the affirmation of the heart and the acknowledgment of the tongue, and it is not necessary for these parts to be connected. For the faith of the one who cannot speak is valid. In this case, according to him, faith is the affirmation of the heart and confession is the expression of approval. So affirmation is fundamental and confession is a secondary part of faith. Deed, on the other hand, is not completely independent, although it is not an effective part of the formation of faith. These are binding assumptions set by nass. The situation of the believers who died in the Meccan period, when there were not many hypotheses, and the different Shari'ah of each prophet show this. According to Maturidi, affirmation is the only fundamental basis of faith. Since recognition expresses faith, it is related to the affirmation of faith. Deed is not a part of belief. Thus, in both definitions of faith, affirmation became the basic principle, confession became a secondary principle, and deed was not included in the description. This study discusses the quantity of the connection between faith, deed and the two concepts, according to Abu Hanifah and Maturidi. According to them, it is not the deed that is part of the faith, but the responsibility of the believer, which is determined by the nass. The negligence in deed does not expel a believer from religion. For the deed becomes obligatory after it is believed in. The recompense of a person's negligence in deeds depends on the will of Allah.
yok
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Proje Numarası | yok |
Yayımlanma Tarihi | 31 Temmuz 2023 |
Gönderilme Tarihi | 2 Mart 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 6 Sayı: 1 |