There are numerous studies on the esoteric sects in
Islam. Though in these studies they have been discussed from different
respects, none of them draws attention to the place and importance of the
theory of shadows (aẓilla) in the esoteric sects. In this article, after the identification of the
meaning of the theory of shadows, it has been argued that the concept of
shadows has a central role in understanding the esoteric system of thought. In
this context, it has been tried to reveal the central effect of the theory of shadows
on the basic ideas of esoteric sects.
There are numerous studies on the esoteric sects in
Islam. Though in these studies they have been discussed from different
respects, none of them draws attention to the place and importance of
the theory of shadows (aẓilla) in the esoteric sects. In this article,
after the identification of the meaning of the theory of shadows, it has
been argued that the concept of shadows has a central role in understanding the
esoteric system of thought. In this context, it has been tried to reveal the
central effect of the theory of shadows on the basic ideas of esoteric sects.
The theory of shadows can be defined as the
reflection of the shadows or non-material beings, which appear in the divine
world, in this world in a material form. The origins of this view go back to
the Plato’s theory of ideas that he formulated as ideas and forms and to his
allegory of cave that he used to explain this theory. This theory which was
formulated and developed by the pre-Islamic various religious and philosophical
traditions took an Islamic form through the bāṭinī/esoteric schools.
The theory of shadows was first developed by the
extremist groups of shiʿa. Though the early
classical works referred the theory of shadow to the extremist shiʿas, they do not give any detail thereof. Nevertheless, it is possible to
find in some views of theirs and in the esoteric sects such as Ismailites,
Nusayrites, Druzes and Yazidites some clues about the character of this theory.
In addition, the later works like Kitāb al-Haft wa al- ʾAẓilla directly articulating the
theory of shadows were composed.
Although the theory of shadows was not mentioned
sufficiently in the works produced within the bāṭinī/esoteric circles, it is witnessed that their
understandings of religion were based, to a large extent, upon the theory of
shadows. The most basic feature of this unnamed understanding is the claim that
every being in the divine world has been reflected in this world in a material
form. Since the essence of God generally was kept out from the manifestation (tajallī), reflection was not started
with his essence. However, the first beings emanating from Almighty Creator
brought the divine world into being and that world was reflected to this world
in a material form.
With this perception, a Gnostic understanding was
developed that the material has no reality and the ultimate reality should be
sought in the non-material. According to this, the material beings consisting
of only reflection of reality are not possible to have an ultimate reality.
The only truth is the meaning, inner (bātin) or shadow which reflects to the
world in a material form. Naturally what a bāṭinī should do is to seek the non-material
ultimate truth hidden behind the material form.
The theory of shadows in this point argued
compulsorily the distinction of ẓāhir-bātin (outer-inner). Accordingly, ẓāhir consists of a shell or
reflection in which hides the truth. The duty one should do is to go beyond the
outer meaning of religious text and to get the inner truth hidden behind the
outer meaning.
The theory of shadows made a dualist view point
obligatory, because every being has an inner aspect which includes the truth
and an outer respect in which the ultimate truth is reflected in a material
form. God has the inner attributes through which the truth appears spiritually
and material attributes to which they are reflected. Universe has a dualist
character, a spiritual universe consisting of non-material realities and
material universe consisting of its reflections. Human beings have a dualist
character, a soul belonging to the divine world and a body belonging to this
world. Religious texts which were sent for the salvation of mankind also have
two aspects, the inner (bāṭin) belonging to the divine world and the outer (ẓāhir) belonging to this world.
Since the Bāṭiniyya considered the divine
world to be composed of sevenfold and each fold to be a divine being, they
sought, as a result of the theory of shadow, to find in the material world the
counterparts or reflections of these beings.
Even if their names show differences, the bāṭinī/esoteric groups regarded in certain times
some figures as the reflections of the divine world in the material world.
Divine beings called al-ʿAql al-Kullī (the Universal Intellect), al-Nafs al-Kullī (the Universal Soul), al-Kalima, Sābiq and Tālī were
reflected in the world as the material forms like the Prophet Muhammad, Ali,
Salman al-Farisī, Miqdāt b. al-Aswad, Ammār b. Yāsir.
This understanding resulted in the divinization of
some figures in the world, because it was held that through the manifestation
these figures differ from the ordinary people, thus having some divine
features. These figures gaining a bipolar identity were outwardly human beings,
while inwardly regarded as the forms of divine beings reflected in the world.
In this point, what the other people should do is to comprehend, with reference
to the figures and their forms, the divine truth reflecting them. This approach
brought about a religious understanding in which an individual salvation was
not possible and some figures were perceived as charismatic leaders.
As a result, the religious understanding developed
by the Bāṭiniyya schools is under the ultimate influence of
the theory of shadows. With reference to this theory, they developed a new
understanding of Islam called Esotericism. At the core of this perception lies
the theory of shadows and dualism as its inseparable part. In this sense,
Esotericism represents a religious understanding developed in this direction
and having a wholeness and deepness. In order to understand this religious
understanding correctly, the theory of shadows must be taken into consideration
and the esoteric texts be read in this direction. This kind of way of reading,
in which the outer is seen as the unique reality, fails to realize the duality
behind it, will not enable us to comprehend the inner wholeness of Esotericism
and cause to see it as a mass of contradictions.
Bâtınî mezheplerle alakalı pek çok
çalışma yapılmış ve bu çalışmalarda konu farklı açılardan ele alınmıştır. Ancak
bâtınî düşünce sisteminde ezılle anlayışının yeri ve önemine dikkat çeken bir
çalışma yapılmamıştır. Bu makalede ezılle anlayışının ne olduğu tespit
edildikten sonra kavramın bâtınî düşünce sistemini anlamada
merkezi bir yerinin olduğu öne sürülmüştür. Bu çerçevede ezılle anlayışının
bâtınî ekollerin temel fikirlerindeki belirgin etkisi açığa çıkarılmaya
çalışılmıştır.
Ezılle
anlayışını, ilahi âlemde tecelli eden gölgelerin ya da maddi olmayan
varlıkların bu âleme maddi bir formda yansıması olarak tanımlayabiliriz. Bu
düşüncenin kökleri, Platon’un ideler ve görünüşler âlemi şeklinde formüle
ettiği âlem anlayışına ve bu düşünceyi açıklamak için kullandığı mağara
benzetmesine kadar uzanmaktadır. İslam öncesi farklı dini ve felsefi gelenekler
içerisinde geliştirilen bu anlayış bâtınî ekoller kanalıyla İslami bir form
kazanmıştır.
Ezılle
anlayışı ilk defa aşırı Şiî gruplar tarafından geliştirilmiştir. Erken döneme
ait klasik kaynaklar gulat Şiîler’in ezılle anlayışına sahip olduklarını
söylemekle birlikte meselenin detaylarıyla ilgili herhangi bir bilgi
vermemektedir. Ancak onların bazı görüşlerinde ve kurumsal yapılar olarak
karşımıza çıkan İsmailîlik, Nusayrîlik, Dürzilîk ve Yezidîlik gibi bâtınî
ekoller içerisinde bu anlayışın ne olduğuna dair bazı ipuçlarına rastlamak
mümkündür. Öte yandan sonraki dönemlerde Kitâbu’l-Heft ve’l-Ezılle gibi doğrudan gölgeler nazariyesini
açıklayan eserler de kaleme alınmıştır.
Bâtınî
çevrelerde üretilmiş olan eserlerde her ne kadar ezılle anlayışına yeterince
yer verilmemiş olsa da, geliştirilmiş olan din anlayışının büyük oranda
gölgeler nazariyesi üzerine inşa edildiğine şahit olmaktayız. Adı konulmamış bu
anlayışın en temel özelliği, ilahi âlemdeki her varlığın, içinde yaşadığımız
âleme maddi bir formda yansımış olduğu iddiasıdır. Allah’ın zatı bâtınî ekoller
tarafından genellikle tecellinin dışında tutulduğu için yansıma çoğunlukla onun
zatıyla başlatılmamıştır. Ancak yüce yaratıcıdan tecelli eden ilk varlıklar
ilahî âlemi meydana getirmiş, bu âlem yeryüzüne maddi bir formda yansımıştır.
Bu
anlayış beraberinde maddenin hakikat içermediği ve mutlak hakikatin maddi
olmayanda arandığı bir marifet anlayışı geliştirmiştir. Buna göre hakikatin
sadece bir yansımasından ibaret olan maddi varlıkların mutlak hakikat
içermeleri mümkün değildir. Yegâne gerçek, yeryüzüne maddi bir formda yansımış
olan mana, bâtın ya da gölgedir. Doğal olarak bir Bâtınî’ye düşen görev, maddi
suretin arkasına gizlenmiş ve maddi olmayan mutlak hakikati araştırmaktır.
Ezılle
anlayışı bu noktada zorunlu olarak zahir-bâtın ayrımını öne sürmüştür. Buna
göre zahir, mutlak hakikati içinde gizleyen bir kabuk ya da yansımadan
ibarettir. Kişiye düşen görev, dini metnin zahirini aşarak, zahirin altında
gizli olan bâtınî hakikati elde etmektir.
Gölgeler
nazariyesi düalist bir bakış açısını zorunlu hale getirmiştir. Zira her
varlığın hakikat içeren bir bâtını ile mutlak gerçekliğin maddi formda yansımış
bir görünüşü söz konusudur. Allah’ın, hakikatin manevi olarak açığa çıktığı
bâtınî sıfatları ve bunların yansımış olduğu maddi sıfatları vardır. Âlem maddi
olmayan hakikatlerden oluşan manevî âlem ve onun yansımasından ibaret olan
maddi âlem olmak üzere düalist bir karakter arz eder. İnsan, ilahi âleme ait
bir ruh ve bu âleme ait bir bedenden müteşekkil düalist bir yapıya sahiptir.
Yine insanlığın kurtuluşu için gönderilen dini metinler de ilahi âleme ait olan
bâtın ve bu âleme ait olan zahir olmak üzere iki boyuta sahiptir.
Bâtınîler
ilahi âlemi yedi kattan müteşekkil olarak gördükleri ve bu katların her
birisini ilahi bir varlık olarak değerlendirdikleri için, gölgeler
nazariyesinin bir gereği olarak maddi âlemde bu varlıkların karşılığını ya da
yansımasını bulmaya çalışmışlardır. İsimler değişmekle birlikte bâtınî gruplar
belli dönemlerde bazı şahısları ilahi âlemin yeryüzündeki yansımaları olarak
görmüşlerdir. Küllî Akıl, Küllî Nefs, Kelime, Sâbık ve Tâlî gibi isimler
verilen ilahi varlıklar yeryüzüne Hz. Muhammet, Hz. Ali, Selman-ı Farisî,
Mikdat b. el-Esved, Ammar b. Yasir ve benzeri maddi suretlerde yansımışlardır.
Bu
anlayış beraberinde yeryüzündeki bir takım şahısların kutsallaştırılması
sonucunu doğurmuştur. Zira külli tecelli gerçekleştiği düşünülen şahıslar,
ilahi âlemden elde ettikleri sırlar ve bilgilerle sıradan insanlardan
farklılaşmakta ve bazı tanrısal özelliklere sahip olmaktadırlar. Çift kutuplu
bir kimliğe bürünen bu kişiler zahiren birer insan iken, bâtınen ilahi âlemdeki
varlıkların yeryüzüne yansımış bir sureti olarak görülmektedirler. Diğer
insanlara düşen görev ise onların şahıslarından ve suretlerinden hareketle,
onlara aksetmiş olan ilahi hakikati idrak etmektir. Bu bakış açısı, bireysel
kurtuluşun mümkün olmadığı ve bazı insanların karizmatik bir lider olarak
algılandığı bir din anlayışını beraberinde getirmiştir.
Sonuç olarak Bâtınî ekoller tarafından geliştirilmiş olan din anlayışı
gölgeler nazariyesinin mutlak tesiri altındadır. Onlar, bu nazariyeden
hareketle Bâtınîlik adı verilen yeni bir İslam algısı açığa çıkarmışlardır. Bu
algının merkezinde gölgeler nazariyesi ve onun ayrılmaz bir parçası olan
düalizm yer almaktadır. Bâtınîlik, bu doğrultuda geliştirilmiş ve kendi
içerisinde bütünlük ve derinliği olan bir din anlayışını temsil etmektedir. Bu
din anlayışının doğru anlaşılabilmesi için, arkasında yatan ve üzerine inşa
edildiği gölgeler nazariyesinin hesaba katılması ve bâtınî metinlerin bu
doğrultuda okunması gerekmektedir. Tek doğru olarak zahiri gören ve düşünme
biçiminin arkasındaki düaliteyi fark edemeyen bir okuma biçimi ise Bâtınîliğin
iç bütünlüğünü yakalayamayacak ve onu çelişkiler yumağı olarak görecektir.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2016 |
Submission Date | October 26, 2016 |
Published in Issue | Year 2016 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.