1924
yılında Tevhid-i Tedrisât kanunu ile medreselerin kapatılması ve İstanbul
Dârülfünunu İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasıyla birlikte özellikle İslami
ilimler alanında bir dönüşümün amaçlandığı söylenebilir. Üniversite’ye geçiş
sürecinde genelde İslami ilimler özelde hadis alanında yapılan değişiklikler
özellikle ders isimlerinin hadis-i şerif ve usûl-i hadîs’ten hadis ve hadis
tarihine çevrilmesi hadis eğitiminde de yeni bir döneme girildiğini
göstermektedir. Nitekim derslerin bu şekilde isimlendirilmesiyle birlikte hadis
tarihi literatürünün de oluşmaya başladığı görülmektedir. Özellikle hadis ve
hadis tarihi derslerinde hazırlanmış olan metinlere ulaşılması ve bu metinlerin
arasında durduğu yerin değerlendirilmesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında hadis eğitiminde
nasıl bir dönüşüm yaşandığının cevabını verecektir. Nitekim bu dönemde mezkûr
derslerin hocaları tarafından yazılan ve derslerde takrir edilen İzmirli İsmail
Hakkı’nın Hadis Tarihi ve Hüseyin Avni Arapkirli’nin el-Bugyetu’l-hasîs
fi Târîhi’l-hadîs isimli eserleri hem Türkçe hadis tarihi literatürüne
öncülük etmekte hem de 1924-1933 yıllarını kapsayan Dârülfünun İlahiyat
Fakültesi dönemi hadis anlayışının tespit edilmesinde temel kaynak olma
özelliği taşımaktadır. Bu çalışmada mezkûr eserlerin metin analizleri yapılarak
tümevarım metodu uygulanmaya çalışılacaktır. Bu yapılırken ise müderrislerin
fikri alt yapılarını yansıttığı düşünülen hususlara temas edilecektir. Böylece
dönemin hadis tarihi derslerinin gelenek ve modern arasında nerede durduğu belirlenmeye
çalışılacak ve hadis eğitiminin pratikte nasıl bir eğitim verdiğini
değerlendirilecektir.
Özet: 1923 yılında Cumhuriyet’in kurulmasının ardından 1924 yılında ilan edilen
Tevhîd-i Tedrisât kanunu ile medreselerin ilga edilmesi sonucunda İstanbul Dârülfünunu
İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Bu fakültenin açılması ile İslami İlimler
alanındaki eğitim modern diye isimlendirilebilecek yeni bir zeminde varlığını
1933 yılına kadar sürdürmüştür. Bu çalışmada, 1924-1933 yılları arasındaki
Dârülfünun İlahiyat Fakültesi’nde verilen Hadis ve Hadis Tarihi derslerinden
Hadis Tarihi derslerinin izleri sürülmeye çalışılmıştır. Dönemin hadis tarihi
derslerinin kısa bir tarihçesi verilecek ve derslerde okutulan eserlerin metin
analizinin yapılması sağlanacaktır. Bu yapılırken ise derslerin hocaları
tarafından ders notu olarak kaleme alınan İzmirli İsmail Hakkı’nın Hadis
Tarihi ve daha önce gün yüzüne çıkartılmamış olan ancak ilk defa bu
makalede ele alınan Hüseyin Avni Arapkirli’nin el-Bugyetu’l-Hasîs fî
Tarîhi’l-Hadis isimli çalışmaları esas alınmıştır. Zikredilen bu eserler, Hadis Tarihi
literatürünü başlatması açısından oldukça önemlidir. Bununla birlikte bu
eserler Türkiye Cumhuriyeti’nde hadis alanında verilen ilk eserler olma
özelliği taşımakta ve dönemin fikri alt yapısını ortaya çıkarmada önemli
kaynaklar olma özelliği taşımaktadırlar.
Öncelikle
Dârülfünun bünyesindeki hadis derslerinin kısa bir tarihçesini vermek gerekirse
ders isimlerindeki ve sürelerindeki değişikliğine dikkat çekilmesi
gerekmektedir. İlahiyat Fakültesi’nin açılmasından önce kurulan
Dârülfünun’larda ders isimleri Hadis-i Şerîf ve Usûl-i Hadis diye
isimlendirilmiştir. Ayrıca bu dersler eğitim süresi olan dört sene boyunca
müfredatta yer almıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında kurulan
Dârülfünun’da ise bu isim, Hadis ve Hadis Tarihi olarak değiştirilmiştir. Böylece
klasik hadis usulü ilminden tarih yönü daha ağır bir hadis eğitimine
başlanmıştır. İlahiyat Fakültesi’nin
açılışından 1931 yılına kadar Hadis ve Hadis Tarihi derslerinin iki sene ve
haftada üç saat olarak işlendiği görülmektedir.
1931’den fakültenin kapatılmış olduğu 1933 yılına kadar ise dersler
haftada iki saat olarak işlenmeye devam etmiştir.
Eserlerin
içeriğine bakıldığında ise İzmirli İsmail Hakkı’nın Hadis Tarihi isimli
eserinde tarihsel bir tasnifi takip ettiği görülür. İlimler tasnifiyle konuya
başlayan İzmirli, hadislerin yazılması ve tedvini gibi konulara temas
etmektedir. Ardından hadis ilminin usul konularını da ayrıntılı bir şekilde
temas etmektedir. Şia’nın hadis tarihine değinmekte ve hicri üçüncü asırdan
itibaren hadis tarihinin genel bir haritasını çıkarmaktadır. Bu eser Şia’nın
hadis tarihine ve özellikle ehl-i rey’in hadis anlayışına yer vermesi açısından
da kendisinden önceki hadis eğitimi geleneğinden ayrılmaktadır. Ayrıca eserde
hadis usulü kısmının geniş bir şekilde işlenmiş olması da sadece dersin
muhtevasının sadece hadis tarihini kapsamadığını göstermesi açısından
önemlidir.
Bununla
birlikte İzmirli’nin eserinde hadislerin yazılması, Buhârî eleştirisi, hadis
tarih ilişkisi gibi tartışmalı konulara yer verdiği görülmektedir. Ancak bu
konularda İzmirli, kendi yaklaşımını çok net bir şekilde ifade etmemektedir.
Bunu yaparken görüşleri bir otoriteye dayandırma çabasında olduğu gibi konuyla
ilgili muğlak ifadeler kullanarak kendi görüşlerini de satır aralarına
gizlemektedir. Örneğin, hadis tarihinin
en önemli konularından biri olan hadislerin yazılması meselesinde ilk
dönemlerde hadislerin sahabenin özel sayfalarında yazıldığını ifade etmektedir.
Bu durum, hadislerin sahabe döneminde yazıldığı izlenimi veriyor olsa da daha
sonra yapılan açıklamalarda ilk dönemlerde hadislerin bir yerde toplanıp
yazılmadığını belirtmektedir. Özel sayfalar kısmını da açıklayan İzmirli bunun
sahabenin kalplerinde saklı olan hadislere işaret ettiğini söylemektedir. Bir
başka örnekte ise Buhârî’nin eserindeki rivayetlerin sahih olduğu hususunda
herhangi bir şüphenin bulunmadığını belirtmektedir. Ancak ilerleyen sayfalarda
Buhârî’nin eserinde hakkında olumsuz görüş beyan edilen raviler bulunduğunu
belirtmekte ve Buhârî ile ilgili Dârekutnî’nin eleştirilerini sıralamaktadır.
Zikredilen iki örneğe bakıldığında İzmirli’nin özellikle tartışmalı konularda
biraz daha temkinli hareket ettiği söylenebilir.
Eserine
İzmirli gibi ilimler tasnifiyle başlayan Hüseyin Avni Arapkirli’ye gelindiğinde
ise onun hadis usulü kısmını çok daha muhtasar bir şekilde aktardığı
görülmektedir. Bunun yansıra özellikle hadis tarihinin Hz. Peygamber ve sahabe
dönemini ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca hicri üçüncü asır ve
sonrasındaki hadis literatürünün oluşumu ile ilgili de eserde ayrıntılı
bilgiler sunmaktadır. Hüseyin Avni’nin eserinde ele aldığı konular bağlamında
meseleye bakıldığında ise eserin hadis tarihi konuları daha ağırlıklı bir
şekilde oluşturulduğu söylenmelidir.
Kendisi
eserinde İzmirli’nin aksine tartışmalı konulara çok fazla girmemektedir. Ancak
hadis-tarih ilişkisi, hadislerin yazılması gibi bazı tartışmalı konulara yer
yer değindiği de söylenmelidir. Konuyla ilgili görüşlerini daha net bir şekilde
ortaya koyan Hüseyin Avni, hadis tarihini tarih ilminin bir alt başlığı olarak
görmektedir. Hadislerin yazılması meselesinde ise öncelikle sahabeden konuyla
ilgili aktarılan birbirine muhalif rivayetlere yer vermektedir. Ardından ise
ilk dönemlerde Kur’an ile karışma endişesi bulunduğundan hadislerin genellikle yazılmadığını
ve bu durumun Ömer b. Abdülaziz’in hilafetine kadar devam ettiğini açık bir
şekilde belirtmektedir.
Dolayısıyla
eserlerinde farklı metotlar benimseyen her iki müellifin yeni bir metot
arayışında oldukları söylenebilir. Zira İslami İlimler için yeni bir şey olan
Hadis Tarihi derslerinin ve konuyla ilgili literatürün ilk örneklerinde böyle
bir arayışın varlığı doğal karşılanmalıdır. Ancak bu isimlerin Osmanlı eğitim
sisteminden geçtikleri ve oradaki birikim ile yeni bir sistemin içerisine dahil
olmuş oldukları unutulmamalıdır. Dolayısıyla eski ve yeni arasında bir bir
yerde durmaları, yukarıda belirtilen çekincelerin bir parçası olarak
değerlendirilebilir.
Dār al-Funūn
Theology founded in 1924 was a modern educational institution which adopted
both traditional and modern approach to Islamic Sciences. The changes in the
field of hadīth during the process of
transition to the university caused a change in the definitions and the titles
of the courses such as from hadīth al-sharīf and usul al-hadīth to hadīth and the history of hadīth and the time allocated to each course was gradually
reduced. The preparation of the texts by the teachers in the hadith history
courses and their content will answer the question of whether there is a
transformation in the field of hadīth in the early years of the Republic of Turkey. As a
matter of fact, Izmirli İsmāʿīl Ḥaqqī’s History of Ḥadīth and Ḥuseyin ʿAvnīʿ Arapkīrli’s al-Buġya
al-Hasîs fī Tārīh al-Hadīth which were written in this period, pioneered the
studies based on the field of the history of hadīth in Turkish hadīth literature. In addition, these works are the main
source in understanding the period. In this study, the mentioned works will be
textually analysed through the induction method. Therefore, the subjects that
would reflect the ideas of the teachers will be discussed. Thus, it will be
tried to determine whether the courses of the history of hadīth are closer to tradition or modern ideas and, how the
education of hadīth is practised.
Summary: After the
foundation of the Turkish Republic in 1923, the Faculty of Theology was opened
at Istanbul University as a result of the abolition of madrasas issuing a law regarding to the Unification of Education
announced in 1924. With the opening of this faculty, the education in the field
of Religious Sciences continued its presence on a new foundation, which can be
considered modern, until 1933. In this study, it was attempted to trace the
courses of Ḥadīth and the History of Ḥadīth given in the Faculty of
Theology at Istanbul University between 1924 and 1933. Firstly, a brief history
of the courses will be given, and then it is among the purposes of this study
to perform a textual analysis of the works written by the teachers of these
courses. While doing this, Izmirli Ismail Hakkı's History of Ḥadīth, which was written as
course notes and Huseyin Avni Arapkirli's al-Buġya al-Hasîs fī Tārīh al-Hadīth, which has not been known
until discussed it this article for the first time, were focused on. These works are very important in terms of
initiating the History of Ḥadīth
literature. Furthermore, these are the first works in the field of hadīth in the Turkish Republic, and they
are very important sources for revealing the ideological infrastructure of the
period.
To begin
with, it is necessary to attract attention to the change in the course names
and duration if there is a need to briefly mention the history of hadīth courses in University. In the
universities founded before the opening of the Faculty of Theology, the courses
were named as Ḥadīth al-sharīf and usul al-hadīth. Besides, these courses were included
in the curriculum for four years, which constituted the duration of the
education. In the university founded in 1924 after the proclamation of the
Republic, the name was changed as Ḥadīth and the History of Ḥadīth. It is
seen that the courses of Hadīth and
the History of Hadīth were taught
three hours a week for two years from the opening of the Faculty of Theology
until 1931. From 1931 until 1933, when the faculty was closed, the courses
continued to be given two hours a week.
When the
content of the works is viewed, it can be seen that Izmirli İsmāʿīl Ḥaqqī
followed a historical system in his work History of Ḥadīth. Beginning the subject with
the classification of sciences, Izmirli touches upon the topics such as the
writing and codification of hadīths.
Afterwards, he also deals with the methodology of in detail. He then mentions
about the history of hadīth by Shiʿā
and draws a general map of the history of hadīth
as of the third century of the Islamic calendar. This work differs from the
previous tradition of the education of hadīth in terms
of including the Shiʿā’s the history of hadīth and especially of ahl al-raʾy’s understanding of the hadīth. In
addition, the detailed discussion of hadīth practice
in the work is significant in terms of showing that the content of the course
did not only cover the history of hadīth.
Moreover,
it is observed that Izmirli touched upon controversial topics in his work such
as the writing of hadīth,
Bukhari's criticism and hadīth-history
relation. However, Izmirli does not express his approach to these topics so
clearly. In doing so, he hides his views between lines, using ambiguous
statements related to the topics while trying to base the views on authority. For instance, he says that the hadīths were written on the special
pages of the companions in the early periods when it comes to writing hadīths, which
was one of the most important topics of the history of hadīth. Even
though this gives an impression that the hadīths were
written in the companion period, it is stated in the following explanations
that the hadīths had not
been gathered and written down in one place. Izmirli also says that they refer
to the hadīths in the
hearts of the companion. In another example, he mentions that there is no doubt
about the accuracy of the narrations in Bukhārī's work. However, in the
following pages, he states that there are narrators, who are not trustworthy,
in Bukhārī's work and says Dāraqutnī's criticisms related to Bukhārī. When the
aforementioned two examples are examined, it can be stated that Izmirli acted a
bit more cautiously especially in controversial topics.
When it
comes to Ḥuseyin ʿAvnīʿ Arapkīrli, who starts his work with the classification
of sciences as Izmirli does, it is seen that he discusses the part of practice
much more briefly. Additionally, he gives more attention to Prophet Muhammad
and companion period of the hadīth history.
In his work, he also provides detailed information about the formation of the hadīth
literature in the third century of the Islamic calendar and afterwards. When
the issue is reviewed within the scope of the topics discussed by Ḥuseyin
ʿAvnīʿ in his work, it is necessary to mention that the topics related to the
history of hadīth were more
dominant in the work.
Unlike
Izmir, he does not allocate much space to controversial topics in his work.
However, it should also be noted that he partly touched upon some controversial
topics such as hadīth -history
relation and writing of hadīths. Ḥuseyin
ʿAvnīʿ considers the history of hadīth as a
sub-heading of history. Regarding the writing of hadīths, he
states openly that the hadīths generally
were not written down because of the possibility for them to be mixed up with
the Qur’ān in the early periods, and this continued until the time of caliphate
ʿÖmer bin ʿAbd al-ʿAzīz.
Thus, it
can be said that both writers, who applied different methods in their works,
looked for a new method. However, it should be remembered that these names were
a part of the Ottoman educational system and included in a new system together
with their background. Consequently, the fact that they were somewhere between
old and new.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2019 |
Submission Date | September 6, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.