According to the social identity theory that was developed under the discipline
of social psychology, every individual has two types of identities; one
personal identity and one social identity. Personal identity refers to
individual’s specific qualities such as his/her psychological characteristics
or physical and mental capacities. On the other hand, an individual’s social
identity takes form as a result of his/her involvement in groups with the same
race, religion, or political views as himself/herself. In this context, when an
individual expresses his/her social identity, that individual actually reflects
his/her involvement in such groups. The phenomenon of which identity would
govern on individual’s behavior highly depends on his/her mental or social
state.
The realistic
conflict theory proposes competition may arise as a result of conflicting goals between
different group members. This competition to reach similar goals would result
in an intergroup hostility. The competition between groups would create to a
biased positive view for the group that the individual is a part of and
negative view about the other group. This would lead to creating stereotypes
against the other group.
In social psychology, stereotype is described
as images in an individual’s mind, which are partially constructed by the
individual’s social environment and partially constructed by the individual’s
personality. These stereotypes determine our behavior and expectations against
the outside world, so that they help us filter out the objective reality and
shape the way that we perceive the events, other individuals or other groups.
The stereotypes created against the other group are not created by only a
couple crazy or neurotic members. In contrast, in the case of a fight between
two groups, the stereotypes are created by the members of each groups, who are
known to be the most reliable and influential individuals.
In this study, the verses 11-25 of
el-Muddaththir are studied using the framework explained above. The verses
11-17 mention the worldly goods that are given by Allah to Walīd ibn
al-Mughīrah, without mentioning his name explicitly. However, Walīd continues
to be greedy and obstinate toward the verses revealed by Allah. Therefore, the
verses mention that he will be obliged to climb a slippery mountain, his life in
the world will turn to a misery, and he will suffer in the afterlife. If the
story is evaluated in the framework of the social psychology theories, it can
be concluded that the verses actually refer to the group of
disbelievers/polytheists for which Walīd was a prominent figure, as well as
Walīd himself. Obviously, he was not alone and the verses indicated that the
polytheists of Mecca formed an opposition group; therefore, they formed a
different social identity. As a conclusion, there were one group of disbelievers
and another of group of believers which were going to be the subject of the
following verses of the Qurʾān. The social identity of the polytheists would
also play a significant role in their daily decisions. The two circumstances
that were believed to be the asbāb
al-nuzūl (occasions of revelation) of the verses that were reviewed above
supports this conclusion. The verses 18-26 discuss what Walīd ibn al-Mughīrah’s
tribe would prefer him to say about the Qurʾān. These verses not only simply
repeat his words “This is not but magic imitated (from others), this is not but
the word of a human being", but also reflect the way he thinks with his
strong negative attitude; i.e., the grimace on his face, the way he reacts with
frowning and turning his back... In social psychology, the expressions of Walīd
ibn al-Mughīrah can be described as “stereotypes.” These expressions are
considered as one of the first stereotypes about the Qurʾān because it is
discussed in some of the early verses according to the chronological order of
revelation. Walīd ibn al-Mughīrah must have said these words under the
influence of his social identity. In other words, these expressions must be a
product of the intergroup conflict between the believers and the disbelievers
against the believers’ claim of the Qurʾān being the words of Allah.
Sosyal psikolojideki gerçekçi
çatışma teorisine göre gruplar, ilişkilerinde karşılıklı
menfaatlerine zıt düşen hedefler edindiğinde ortaya rekabet çıkar. Aynı hedefi
elde etmek için girilen rekabet, gruplar arasında gerçek bir çatışmaya ve
gruplar arası düşmanlığa sebep olur. Gruplar arasında ortaya çıkan rekabet,
kendi grubuna tarafgir algı ve tutumlara yol açarken diğer gruba karşı algı ve
tutumları olumsuzlaşır. Bu esnada, dış
gruba karşı olumsuz tutum ve stereotipler (kalıp yargılar) üretilir.
Sosyal psikoloji
literatüründe stereotip, önceden var olan kültürel temsillerden süzülerek
meydana gelen, yarısı sosyal çevre, diğer yarısı ise kişinin kendisi tarafından
oluşturulmuş zihindeki resimlerdir. Onlar, beklentilerimizi ve davranışlarımızı
belirleyen, böylece muayyen olayları, kişileri ve grupları nasıl ve ne biçimde
gözlemleyeceğimize ve anlamlandıracağımıza kılavuzluk eden zihnimizdeki
resimler olup dış dünyadaki objektif gerçekliği filtre etmemize imkân
vermektedir. Dış gruplara karşı oluşmuş kalıp yargılar, birkaç çılgın ya da
nevrotik kişinin yaptıklarından ibaret değildir. Bilakis iki grup arasında
savaş gibi bir çatışma durumunda bunu, genelde grupta en sorumlu kişi olarak
tanınan bireyler yapar.
el-Müddessir 74/11-26. âyetlerini
bu kavramlar vasıtasıyla değerlendirelim. 11-17. âyetlerde isim verilmeden Velîd b. Muğîre’ye
Allah’ın verdiği dünyalık nimetlerden bahsedilir. Buna rağmen kendisinin
tamâhkar kesildiği ve ayetleri inkârda direttiği bildirilir. Ardından da
kendisinin sarp bir yokuşa sardırılacağı; nimet içindeki halinin dünyada kötü
bir duruma, ahirette de elim bir azaba dönüşeceği ifade edilir. Burada şunu
ifade edelim ki, sosyal psikolojinin ilgili teorileri çerçevesinde düşünürsek
burada kastedilen Velîd b. Muğîre olmakla birlikte asıl kastedilen onun başını
çektiği kâfir/müşrik gruptur. Zira o tek başına değildi. Ayetlerden kolayca
anlaşılmaktadır ki, artık Mekkeli müşrikler bir grup oluşturmuşlar ve
muhalefete girişmişlerdir. Böylece yeni bir sosyal kimliğe sahip olmuşlardır. Bundan
sonra ilerde Kur’an âyetlerine yansıyacak kâfir/inkârcı ve mümin/inanan
şeklinde iki grup vardır. Kısacası iki tane sosyal kimlik vardır. Artık Mekkeli
müşrikler, meselelere bakışlarında bireysel kimliklerinin yanında sosyal
kimliklerini kullanacaklardır. İşte bu âyetler bunları yansıtmaktadır
kanaatindeyiz. Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerin sebeb-i nüzulü olarak rivayet
edilen her iki haberden de bunlar anlaşılmaktadır. 18-26 âyetlerde, kavminin
Velîd b. Muğîre’den Kur’an hakkında söylemesini istedikleri söz ele
alınmaktadır. Her şeyden önce Kur’an onun bu sözünü “Bu (Kur’an) sadece
öğretilegelen bir sihirdir, yalnızca bir insan sözüdür” dedi şeklinde yalın
olarak zikretmez. Bilakis sözü söylerken ortaya koyduğu negatif tavır; düşünüşü,
bakışı, suratını ekşitmesi, kaşlarını çatması, arkasını dönmesi…vs. vurucu bir
tarzda zikredilir. Velîd b. Muğîre’nin Kur’an’la ilgili söylediği “Bu (Kur’an)
sadece öğretilegelen bir sihirdir, yalnızca bir insan sözüdür” sözleri, sosyal
psikolojide stereotip (kalıp yargı) olarak ifade edilmektedir. Bu, ilk inen ayetlerde
geçmesi nedeniyle Kur’an hakkında ortaya konan ilk kalıp yargıdır ve konumuz
açısından önemlidir. O bu sözü sahip olduğu sosyal kimlik bağlamında söylemiş
olmalıdır. Yani kâfir/inkârcı
grubun bir çatışma ortamında karşı grubun (müminlerin) inandığı Kur’an’ın Allah
sözü olduğuna karşı ürettikleri bir kalıp yargıdır.Konumuzla ilgili olarak Velîd b. Muğîre’nin Kur’an
karşısındaki tavrı kadar Hz. Ömer’in tavrı da önemlidir. Her ikisi de Kur’an’ın
cazibesi karşısında derinden etkilenmişlerdir. Ancak birincisi iman ikincisi
ise inkârla sonuçlanmıştır. Bunların farklı tavır alışları sahip oldukları bireysel
ve sosyal kimlikle ilgilidir kanaatindeyiz. Hz. Ömer’in durumunu bireysel
kimliğin sosyal kimliği bastırması ile, Muğîre’nin durumunu da hem sosyal kimliğin
bireysel kimliği bastırması hem de kalıp yargıların Muğîre üzerinde daha etkili
olması ile açıklayabiliriz. Yani Hz. Ömer, içinde bulunduğu kâfir sosyal
kimliği değil, kişisel kimliği ile hareket etmiştir diyebiliriz. Onun şahsi
yapısı buna müsaittir. O, aklı başında, taraf olduğu görüşe ağırlık kazandıran,
dengelerde ağırlıklı bir yeri bulunan, aklıyla hareket edip iradesiyle tercih
eden biriydi. Sosyal olarak da müsait olduğu anlaşılıyor. Zira ilk olarak, o güçlü bir kabileye sahip değildi. İkinci olarak,
kendisi Mekke’de bir liderlik konumunda değildi. Velîd b. Muğîre’ye gelince, o şair, zengin ve
Mekke’nin güçlü liderlerinden biri idi. Hatta o, Mekke müşriklerinin, Kur’an
inse inse şunlara inerdi dediği kişilerden birisidir. Dolayısıyla Velîd b.
Muğîre’nin Hz. Ömer’in aksine içinde bulunduğu sosyal konumu bakımından sosyal
kimliği ile hareket etmesi daha uygundur. Yani bu kimliğe olan aidiyetleri daha
baskın ve güçlüdür.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2016 |
Submission Date | October 3, 2016 |
Published in Issue | Year 2016 Volume: 20 Issue: 2 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).