Tasavvuf düşüncesinin en önemli isimlerinden biri olan İbnü’l-Arabî ile birlikte tasavvuf tarihi “muhakkikler dönemi/metafizik tasavvuf dönemi” olarak adlandırılan yeni bir sürece girmiştir. İbnü’l-Arabî, bu dönemin kendisine mahsus anlayışını telifleriyle teşekkül ettiren muhakkiklerin başında gelmektedir. Ancak ondan tevarüs eden irfanî malumatı düzenleyerek sistemli bir nazariyat üreten ise hiç şüphesiz Sadreddin Konevî olmuştur. Onun bu katkısının en mühim meyvesi ise kendisinden sonraki muhakkik sûfîler tarafından adeta başucu kitabı olarak kabul edilen ve nazarî tasavvuf anlayışının usul ve esaslarına tahsis edilmiş olan Miftâḥu’l-ġayb’dır. Muhtevasının yoğunluğu ve önemi sebebiyle bu eser üzerine pek çok şerh yazılmış ve böylece nazarî tasavvuf anlayışı, Konevî şârihleri vasıtasıyla Ekberî-Konevî çizgide şekillenerek Türk-İslam düşüncesinde yerini almıştır. Bu makalede, tasavvuf tarihindeki metafizik dönemin özelliklerinden kısaca bahsedilerek Miftâḥu’l-ġayb’ın muhtevası ve tesirleri hakkında bilgi verilecek, Miftâḥu’l-ġayb şârihlerinden oluşan ve bahsi geçen nazarî tasavvuf anlayışını şekillendiren Ekberî-Konevî damar, ana hatlarıyla tanıtılmaya çalışılacaktır.
İslam düşüncesinin kelam ve felsefe gibi temel ilim dallarından biri olan tasavvuf, başlangıcından günümüze kadar, tasavvuf tarihçileri tarafından özelliklerine göre tasnif edilmiş bazı farklı dönemlerden geçmiştir. Bu tasnife göre, pratik ve ferdî yönü ağır basan bir zühd hareketiyle başlayan tasavvuf, yaklaşık iki asır sonra bağımsız bir ilim dalı hüviyetine kavuşmuş ve VII/XIII. yy.dan itibaren felsefî-kelamî konuların derinliğine tartışılmaya ve kaleme alınmaya başlandığı, metafizik/nazarî karaktere sahip bir sistem görünümü almıştır. “Muhakkikler dönemi” olarak da adlandırılan bu süreç, Gazzâlî’den sonra bahsi geçen pratik yönüne ilave olarak, özellikle İbnü’l-Arabî ile birlikte, hakikati elde etmeyi amaç edinen nazarî bir boyut kazanmıştır. İbnü’l-Arabî ile zirveye çıkmış olan nazarî tasavvuf düşüncesini, muhakkiklerin tabiriyle "ilm-i ilâhî"yi formel bilimler hiyerarşisine dâhil eden ise Sadreddin Konevî’dir.
Konevî'nin hem nazarî tasavvuf düşüncesine hem de Ekberiye ekolüne katkısı birkaç farklı şekilde olmuştur. Bunlardan biri, onun Ekberî fikirlerin anlaşılmasına, İbnü’l-Arabî’nin eserlerinde dağınık halde olan fikirlerini düzenleyerek sağladığı katkı iken, bir diğeri telif ettiği eserlerle metafizik düşünceyi büyük ölçüde şekillendirmesidir. Konevî’nin bu telifleri arasında ilk sırayı, tasavvuf tarihinde İbnü’l-Arabî ile birlikte ortaya çıkan yeni dönemin el kitabı sayılabilecek eseri Miftâḥu’l-ġayb’ı almaktadır.
Miftâḥu’l-ġayb, muhtevası, metodu ve kendi devrine kadar dile getirilmemiş bazı fikirleri ileri sürmesiyle hem tasavvuf tarihini hem de İslam düşünce tarihini şekillendiren bir tesirde bulunmuştur. Muhakkikler dönemi denilen yeni dönemin temel metinlerinden biri olan Miftâḥu’l-ġayb’ın düşünce tarihinde özel bir dönemle özdeşleşecek kadar önemli olan yönü, sadece bu teorik sahayla ilgili bilgiler vermesi değil, aynı zamanda verdiği bu bilgileri değerlendirme yöntemlerinden bahsetmesi ve bu tarz bilgilerin kaynaklarından ve bu sahanın kendisine mahsus ilkelerinden söz etmesidir. Başka bir deyişle eser, ait olduğu doktriner tasavvuf alanının usul kitabı olma özelliği taşımaktadır. Muhtevasından kaynaklanan bu özelliğinin yanında Miftâḥu’l-ġayb’ı tasavvuf tarihinde önemli kılan, iki hususiyeti daha vardır. Bunlardan ilki şudur: Müellif, ilm-i ilâhî olarak adlandırdığı metafiziğin konusunu, ilkelerini ve meselelerini bu eserinde belirlemiştir. Konevî’nin bu faaliyeti ile tasavvuf ilmi, formel bilimler hiyerarşisinde yer edinmiştir. Miftâhu'l-gayb'ın ikinci önemli özelliği ise şudur: Eser, tasavvufun oto-kritik özelliğine sahip olan bir ilim haline gelmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Zira Konevî bu eserde, sûfînin bilgisini test edebileceği birtakım ölçütler tespit etmiştir. Bunlar sahih marifeti batıl olandan ayırmaya yarayan birtakım kaidelerdir. Yani, müşâhede yöntemi neticesinde elde edilen bilginin değeri hakkında bir bilinç sağlayan bu prensipler, keşfî bilginin değerini ortaya koyduğu gibi aynı zamanda tasavvufun da kendisine mahsus bilgi elde etme yöntemi olan bir sistem olduğunu ispatlamaktadır. Konevî’nin, Miftâḥu’l-ġayb vasıtasıyla yaptığı bu katkı yani, tasavvufun müdevven ilimler tasnifinde müstakil bir yer edinmesini sağlaması ve sûfîlerin bilgi elde etme yöntemi olan müşâhede yönteminin geçerliliğinin ve keşfî bilginin değerini ortaya koyması tasavvuf tarihinin ilklerindendir.
Miftâḥu’l-ġayb, bahsi geçen özelliklerinden dolayı Osmanlı entelektüellerinin yoğun ilgisini görmüş ve üzerine pek çok şerh yazılmıştır. Sadreddin Konevî'nin eserleri arasında üzerine çok sayıda şerh yazılan tek kitap Miftâhu’-gayb'dır. Bunun sebebi Miftâḥu’l-ġayb'ın muhtevasının şerhe ihtiyaç duyacak kadar yoğun ve mücmel olması ve eserin Konevî'nin diğer eserlerindeki görüşlerinin özü/özeti olmasıdır. Bu sebeple, Miftâhu'l-gayb'ın muhtevasının tahlili ve bu eser üzerinde oluşan literatürün incelenmesi, Osmanlı ilim geleneğinin temel dinamiklerinin gün yüzüne çıkması için büyük ehemmiyet arz etmektedir. Miftâḥu’l-ġayb'ın şârihi belli olan altı ve şârihi bilinmeyen iki tane olmak üzere toplam sekiz adet şerhi bulunmaktadır. Bu şerhleri kaleme alan müellifler: Molla Fenârî, Kutbüddinzâde İznikî, Ahmed İlâhî, Abdullah Kırımî, Osman Fazlı Atpazârî, Abdurrahman Rahmi Bursevî ve isimleri bilinmeyen iki şârihtir. Bu şerhler sayesinde, Ekberî fikirler, Osmanlı entelektüel hayatına intikal ederek onun temelini teşkil etmiş, genelde Türk düşüncesi, özel de ise Osmanlı düşüncesi, bu fikirler etrafında gelişerek sahip olduğu kimliği kazanmıştır.
Burada isimlerini zikrettiğimiz Miftâḥu’l-ġayb şârihlerinden ve İbn Arabî takipçilerinden oluşan fikri mektebe Ekberiye ekolü denmektedir. İşte bu ekolde Miftâhu'l-gayb'ının şârihlerinden oluşan ve “Konevî takipçileri” olarak adlandırabileceğimiz grup, ekolün diğer üyelerinden yöntem ve üslup noktasında farklılaşmaktadır. Çünkü Miftâhu'l-gayb şerhlerinde göze çarpan husus şârihlerin meselelere yaklaşım tarzlarının ve eserlerin muhtevasının Konevî’nin sistemi çerçevesinde şekillenmesidir. Zira şârihler eserlerinde Konevî'nin ele aldığı konulara odaklandığı gibi, mevzûlara yaklaşımlarında da Konevî'nin yöntemini izlemişlerdir. Dolayısıyla Ekberiye ekolünde Konevî takipçileri İbnü’l-Arabî takipçilerinden kısmen farklılaşmış ve Konevî takipçilerinden oluşan bu mektep de kendine ait husûsî bir yöntemi olan bir damar/ekol halini almıştır. Bu damarın şekillenmesinde en büyük katkı ise elbette ki Molla Fenârî'ye aittir. Zira Miftâḥu’l-ġayb'ın ilk şârihi olması, kendisinden sonra kaleme alınan diğer şerhlere etki etmesini ve onları şekillendirmesini sağladığı gibi, aynı şekilde Molla Fenârî'nin mevzûları ele alış yöntemi ve izahlarında mantık kaidelerini kullanması, filozofların yöntemlerini dikkate alarak meselelere açıklık getirmesi, üzerinde durduğumuz Konevî çizgisinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Nitekim Miftâḥu’l-ġayb şerhlerinin hemen hepsinde Molla Fenârî’nin etkisi açıkça görülmektedir. Kısaca, Ekberiye geleneğindeki Konevî damarının, Konevî'nin yöntemlerini kullanmasıyla şekillenmiş ve Molla Fenârî'nin yaklaşım tarzıyla gelişmiş bir sistem olduğu söylenebilir. Ancak bu çizginin gerek yaklaşım tarzı ve gerekse ilgi alanı itibariyle Ekberiye ekolünün dışında olduğu asla düşünülmemeli bilakis, Konevî çizgisinin, Ekberî gelenek içerisinde tezahür etmiş, nev’i şahsına münhasır özellikleri olan, bir tavır ve damar niteliği taşıdığına dikkat edilmelidir.
The history of sufism entered a new process called
“period of muhaqqiqs /period of metaphysical Sufism/ Tasawwuf” with Ibn
al-Arabī one of the most important intellectuals of Sufi/Tasawwuf thought. Ibn
al-Arabī is the leading muhaqqiqs formulating the understanding of this period
which is peculiar to itself with his books. However, the person who regulated
the knowledge inherited from him and produced a new doctrine from it is Sadr
al-Din al-Qunawī. His book in which he exhibited this contribution is Miftāḥ al-ghayb accepted as an essential book by muhaqqiqs after Qunawī and
assigned to principles and orders of theoretical Tasawwuf thought. Because of
its complicated and important content, many commentaries were written on Miftāḥ al-ghayb. Thus, theoretical
Tasawwuf thought by the commentators of Qunawī have taken Akbarian-Qunawian
form and gained a place in Turkish-Islamic thought. Inthisarticle,
characteristics of metaphysical term in history of Sufism will be mentioned
shortly, the content and influences of Miftāḥ
al-ghayb will be stated and the Akbarian-Qunawian movement consisting from
commentators of Miftāḥ al-ghayb , which
have shaped the theoretical Tasawwuf thought will be introduced in general.
Sufism
(tasawwuf), which is one of the fundamental branches of the Islamic thought
like kalam and philosophy, has gone, from the beginning to the present day,
through some different periods which have been classified by historians of
sufism according to their characteristics. According to this classification,
having begun as a movement of ascetism (zuhd), dominated by a practical and
individual leaning, sufism acquired the status of an independent science about
two centuries later and from the 13th century onwards, it evolved into a system
with a metaphysical and theoretical characteristic where issues of philosophy
and kalam began to be discussed and written about at length. This process,
which is also called “period of muhaqqiqs (verifiers)”, assumed, in addition to
its aforesaid practical aspect, a theoretical dimension after Ghazālī
especially with Ibn al-Arabī which aimed to arrive at the haqīqa (truth).
However, it was Sadr al-Dīn al-Qunawī, who included the theoretical sufi
thought, or "al-ilm al-ilāhī (the divine science)" in the terminology
of muhaqqiqs, which had reached its culmination with Ibn al-Arabī, in the
hierarchy of formal sciences.
Qunawī's
contribution to both theoretical sufi thought and the school of Ibn al-Arabī
(Akbariyya) took place in several different ways. One of them was that he
contributed to an understanding of Akbarian ideas by putting in order his
thoughts, which were in a scattered manner in the works of Ibn al-Arabī.
Another was that he shaped the metaphysical thought to a great extent through
works he wrote. At the top of these works of Qunawī is his work entitled Miftāḥ al-ghayb, which could be regarded as the handbook of the new era in the history
of sufism which emerged with Ibn al-Arabī.
With its
content, its method and its suggestion of new ideas which had not been voiced
until then, Miftāḥ al-ghayb had a shaping
influence on the history of sufism and history of Islamic thought. Miftāḥ al-ghayb, which was one of the essential texts of the new era called the period of
muhaqqiqs, and an
important aspect of it which would help it associate with a specific period in
the history of thought was that not only did it provide information about this
theoretical field but it also mentioned methods for evaluation of this kind of
information as well as sources of this information and principles unique to
this field. In other words, this book is in a way a method book for the field
of doctrinarian sufism to which it belongs. In addition to this quality of it
which arose from its content, there
are two more features that render Miftāḥ al-ghayb important for the history of sufism. The first of them is this: Qunawī determined
the subject matter, principles and issues of metaphysics, which he called
al-ilm al-ilāhī, in this book. With this book by Qunawī, the discipline of
sufism gained a place in the hierarchy of formal sciences. The second feature
of Miftāḥ al-ghayb is this: The book
has provided a significant contribution to rendering sufism a discipline which
possesses the quality of self-criticism because Qunawī identified some criteria
in this book by which a sufi or mystic could test his knowledge. These were
some rules that helped true knowledge from void knowledge. In other words,
these principles, which provided awareness about the value of the knowledge
obtained as a result of the method of contemplation (mushahada), revealed the
importance of exploratory knowledge and at the same time proved that sufism was
a system that had its own method for obtaining information. This contribution, which Qunawī made through Miftāḥ al-ghayb, i.e. its ensuring an independent place for
sufism in the classification of collected (mudawwan) sciences, its proving the
validity of the observation method, which was the sufis’ mushahada method for
collecting information, and its revealing the merit of exploratory knowledge,
is among the first in the history of sufism.
By virtue of its
aforementioned characteristics, Miftāḥ
al-ghayb attracted considerable attention among the Ottoman intellectuals
and numerous annotations were written with regard to it. The only one among
Qunawī's books about which various annotations were written is Miftâḥ al-ghayb.
The reason for this is that the content of Miftāḥ al-ghayb was so
intensive and concise as to need annotations and that it contains the essence
of the views expressed in the other works of Qunawī. Therefore, an analysis of
the content of Miftāḥ al-ghayb and an
investigation of the literature written on this book is of great significance
in terms of revealing the essential dynamics of the Ottoman tradition of
science. Miftāḥ al-ghayb has
six annotations, the annotators of six of which are known whereas the
annotators of two of them are not known. The writers of the six
annotations are: Molla Fanārī, Qutb al-Dīn-zāda Izniqī, Ahmad Ilāhī, Abd Allāh
Qirimī, Uthmān Fadlī Atpazārī, and Abd al-Rahmān Rahmī Bursawī. Thanks to these
annotations, Akbarian ideas entered into Ottoman intellectual life and formed
its basis. The Turkish thought in general and the Ottoman thought in particular
evolved on the basis of these ideas and acquired its unique identity.
The intellectual school which is composed of the
aforementioned annotators of Miftāḥ al-ghayb and followers of Ibn Arabī
is called the Akbarian school. In this school, a group which consists of
annotators of Miftāḥ al-ghayb and which we can call “followers of
Qunawī” differs from the other members of the school in terms of method and
style because a striking aspect of annotations of Miftāḥ al-ghayb is
that the manners by which the annotators approached the issues and the contents
of the works were formed on the basis of Qunawī’s system. The annotators
focused in their books on the topics which Qunawī had dealt with and they
followed Qunawī's method in their approach to the issues. Therefore, followers
of Qunawī in the school differed partially from the followers of Ibn al-Arabī,
and this school, composed of followers of Qunawī, became a school that had a
method of its own. The greatest contribution in the shaping of this school
undoubtedly came from Molla Fanārī because he was the first annotator of Miftāḥ
al-ghayb and this enabled him to
influence and shape the other annotations written after him. Moreover, Molla
Fanārī's use of principles of logic in the way he dealt with topics and in his
explanations and his clarification of the issues by taking into consideration
of the methods of philosophers played a significant part in the shaping of
Qunawī’s streak (school). In short, it can be said that the Qunawī streak in
the Akbarian school is a system that was shaped by the use of Qunawī's methods
and developed through Molla Fanārī's approach. However, it should in no way be
thought that this movement is outside of the Akbarian school by virtue of its
approach and area of interest; on the contrary, it should be noted that Qunawī
streak or movement appeared within the Akbarian school and that it had
qualities that were unique to it.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2017 |
Submission Date | December 31, 2016 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 21 Issue: 1 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).