Bu makale, sosyolojinin, toplumsal değişim sürecinde, cemaat bağlarının yitirilmesine entelektüel bir tepki olarak ortaya çıktığı şeklindeki temel argümanını tartışma konusu yapmıştır. Söz konusu argüman, klasik dönem sosyolojinin hâkim metaforlarının ve bakış tarzının muhafazakârlıktan türediği iddiasını taşımaktadır. Sosyolojide bu iddia, toplumsal değişim sürecini açıklamak üzere geliştirilmiş olan bilindik, ikircikli teorik yapılarla desteklenmiştir. Makale, sosyolojideki bu ikircikli teorik yapının temel varsayımlarının nostaljik olduğundan hareketle, nostaljik sosyolojinin bir eleştirisini yapmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, modern ideolojilerden biri olarak İslamcılığın tarihsel sürecini nostalji ve ütopya üzerinden eleştirel okumasını yapmak çalışmanın bir diğer amacı olacaktır. Makalenin önerisi, gerek klasik sosyoloji, gerekse İslamcılığın -başlık itibariyle farklı görünen iki konunun- ‘şimdi’yle baş edememe, ‘şimdi’ye çözüm olarak ise altın çağ söylemi üretmesi noktasında benzer entelektüel tepkiler vermiş olmasıdır. Çalışmanın tezi ise, ‘şimdi’de yaşanan kültürel yabancılaşma ve yitirme duygusu karşısında hem klasik sosyolojideki ‘geçmiş’i idealize etme çabasının, hem de İslamcılıktaki eve dönüş mitosunun, esasında, hâkim modernite paradigması tarafından belirlendiği şeklindedir.
Nostaljik paradigmanın gerisinde, feodalizmden kapitalizme geçiş şeklinde kurgulanan yeniden inşa edilmiş tarih vardır. Bu tarihte feodalizmin çöküşü, kırsal cemaatin yitimi, kişisel dışavurumsallığın yitimi ve düzene sokulmamış toplumun yitimine karşılık gelir. Klasik sosyoloji de, toplumun bu tarihsel yeniden inşasına ilişkin çözümlemenin bıraktığı mirasa ortak olmuştur. Modern dünyanın anomisi ise tam da burada, geleneksel toplumdan modern topluma yaşanan geçişle beraber toplumsal aidiyet bağlarının yitirilmesinin doğurduğu patolojik halle ortaya çıkmıştır. Bu patolojik hal ilk defa, evlerinden uzakta hizmet veren İsviçreli paralı askerlerde görülmüş, rahatsızlığa teşhis olarak nostalji tanısı konmuştur. Gelgelelim tanıyı koyan Johannes Hofer’ın melankoliyle bazı ortak belirtiler veren bu hastalığa herhangi bir reçete yazmadığını biliyoruz.
Avrupalı toplum yapısının dönüşümüne olanak sağlayan Fransız ve Endüstri devrimine birer entelektüel yanıt olarak üç farklı entelektüel hareket tarafından şekillenmiş olan sosyoloji, haliyle değişimi kendisine odak noktası olarak almış, öncü isimlerde bu değişim “her şeyin baş döndürücü bir hızda değiştiği, daha alışılmadan terk edildiği, katı olan her şeyin buharlaştığı ve dünyanın büyüsünün bozulduğu” şeklinde değerlendirilmiştir. Aydınlanma ideallerini kendine referans alan modernite, akışkan, rasyonel, olumsal, kesinlikten yoksun doğasıyla ilerlemeyi kutsamıştır. Aslında etimolojik kökenine atıfla ‘yeni’ olana bu kutsanmışlık, gelenek düşmanlığını beraberinde getirmiştir. Sadece moderniteye has olan bu sofistike ve kompleks yapı, kimi düşünürleri ‘şimdi’nin belirleyici olduğu, idealize edilmiş bir geçmiş ya da gelecek tasavvuruna itmiştir. Bu halleriyle her iki tasavvur da moderndir. Artık var olmayan veya hiç var olmamış bir eve duyulan özlem oluşu nostaljiyi modern yapar. Nostalji moderniteyle yaşıttır.
Makale, Stauth-Turner’ın Nietzsche’nin Dansı’nda detaylandırılan klasik sosyolojinin başat metaforlarını ve meta-fiziğini sağlayan nostaljik paradigmayı kendisine referans almıştır. Bu paradigma belli başlı dört bileşenden oluşmaktadır. İlki, dünyanın insana yuva olmaktan çıktığı bir altın çağdan uzaklaşma olarak özetleyebileceğimiz tarihin bir çöküş ve yitirme olarak görülmesidir. Bu çöküş gelecekte şiddetlenerek devam edeceğinden, tarih bir keder ve umutsuzluk tarihidir. Toplum kuramında böylesi bir keder duygusunun örneği, Weber’in yazgı sosyolojisidir. Çünkü Weber’e göre gelecekte bizi bekleyen yazın aydınlığı değil, buzlu karanlığın kutup gecesidir.
Nostaljik paradigmanın ikinci bileşeni, sekülerleşme süreciyle birlikte artık bütünlüğün ve ahlaki kesinliğin yitirildiği duygusudur. Bu nostaljik izlek, toplumsal yapıda yaşanan farklılaşma ve karmaşıklık, bilimsel bilginin yayılması, artan nüfus oranıyla birlikte şehirleşme, kapitalist sanayileşme, gündelik hayatın rasyonelleşmesi gibi büyük çaplı, bir o kadar yıkıcı toplumsal süreçler her şeyi kaplayan kutsal değerler kubbesini zayıflattığına vurgu yapan çok güçlü bir sekülerleşme kuramını öne çıkarır. Süreç Tanrının ölümünün ilanıyla birlikte birbiriyle rekabet eden ve çatışan bir dünyanın kapısını aralamış, bu kapıdan Weber’in deyişiyle çok tanrılı bir dünyaya geçiş yapılmıştır. Benzer bir bakış açısını klasik sosyolojide toplumsal yapıların mesleki ayrımlaşma yoluyla dönüşümünü mekanik ve organik dayanışma şeklinde kuramsal bir temele oturtan Durkheim’de gözlemlemek mümkündür. Durkheim toplumsal değişimi ikircikli bir yapıyla analiz eder ve değişim öncesi evreye ahlaki tutarlılığı yakıştırır. Ortaklaşa bilincin genel olarak zayıfladığı değişim sonrası evrede ise ahlaki bütünlük artık yitirilmiştir.
Nostaljik paradigmada karşılaştığımız üçüncü izlek, bireysel özerkliğin yitirilmesi ve sahici toplumsal ilişkilerin çökmesidir. Ahlaki birliğin yitirilmesiyle birey, bürokratik devlet tahakkümü altında, makro-toplumsal süreçlere ve kurumlara yakalanmıştır. Özerkliğini yitiren bireyin denetime tabi olması kaçınılmazdır. Bireyin toplumsal bürokratik ilişkilere giderek daha fazla maruz kalması, Weberci sosyolojide demir kafes metaforuyla kavramsallaştırılmıştır. Aydınlanmanın özgürlük vaadi, insanı panoptik topluma hapsetmesi şeklinde netice almıştır. Dolayısıyla nostaljik paradigmanın bu bileşkesinde, özerk-ben’in, modern devletin hakimiyeti altında bürokratik yapılar dünyası içerisinde tuzağa düşmesi nedeniyle kaybedildiğine dair, nostaljik bir izlek bulunmaktadır.
Nostaljik paradigmada son bileşen, sadeliğin, kendiliğindenliğin ve doğallığın kaybedilmesi duygusudur. Burada birey, sadece makro-toplumsal süreçler tarafından değil, mikro- ahlaklar bazında da dolayımlanıp denetime tabidir. Yani, Adorno’nun “yönetilen toplum”u ya da Foucault’un kapatma nosyonu bireyin gerçek duygu ve coşkularını engellemekte, tüketim kültürünün egemen olduğu bir dünyada önceden tasarlı belli yapıp etme biçimlerince gözetlendiği anlaşılmaktadır. Özetle, nostalji metaforu; bireyin ahlaki kesinliğini ve özerkliğini yitirmiş bir halde merkezî bir devletin yönetimsel kuralları tarafından ele geçirildiği bir dünyada yaşadığımızı ileri sürer.
İslamcılık adına ortaya konan metin ve pratiklerin önemli bir kısmında bulunan eve dönüş mitosuna, tıpkı klasik sosyolojide olduğu gibi determinist bir tavırla ulaşılmıştır. Şimdiyle baş edemeyenlerin güvenli bir liman olarak düşündükleri nostaljik tahayyülde, kutsalı basitleştiren, dolayısıyla tahrif eden determinist ve ideolojilere has bir tavır vardır. Nitekim, Asr-ı Saadet söylemi gibi bir kereliğine ve tüm zamanlar için geçerli tarih-üstü, toplum-üstü bir model tasavvurunun kendisi her şeyden önce başından sonuna kadar tarihseldir. Dolayısıyla, büyük ölçüde belli bir tarihsel sürecin ve toplumsallığın ideolojik tasarımının tezahürüdür. Şimdiye çare olarak sunulan sahihlik söylemi, geçmişi idealize eden, anakronik bir bakış açısıyla ve dolayısıyla gerçekliğin çarpıtılmasıyla mümkündür. Sahih olan son derece gayri sahihtir. Katı olan her şeyi buharlaştıran moderniteye karşıt olarak üretilen bu tarz sahihlik söylemleri, nihayetinde, kendi etrafında demir kafesler örmek durumunda kalmaktadır. Sonuç olarak, her şeyin baş döndürücü bir hızda değiştiği modern hayata çare olmayı amaçlayan nostaljik söylem, karşıtını içinde barındıran düşünümsel özelliği sayesinde modernite paradigması tarafından belirlenmiş olmaktadır.
This study aims to discuss the basic argument that
sociology, as a science, emerged as an intellectual response to the lost sense
of community during social and cultural changes. This argument carries the
assumption that the dominating metaphors and perspectives of classical
sociology are informed by conservatism. In sociology, this claim is supported
by (both) well-known and ambivalent theoretical structures that are developed
to explain the process of social change. This study aims to make a criticism of
nostalgic sociology considering the idea that the fundamental assumptions of
the ambivalent theoretical structure in sociology are nostalgic. Added to
these, this study also aims to critically read the historical development of
Islamism, one of the modern ideologies, with nostalgia and utopia. The suggestion of the article is that either
classical sociology or Islamism –two subject appear differently in terms of
their topics- gave similar intellectual reactions about the subject that they
are unable to cope with ‘the present’ and producing a ‘golden age’ discourse as
a solution to ‘the present’. The argument of the study is that either the
effort of idealizing ‘the past’ in classical sociology or the myth of coming back
home in Islamism against cultural alienation and sense of loss which are lived
in ‘the present’ are actually determined by sovereign modernity paradigm.
Behind
the nostalgic paradigm, there is a rebuilt history that is shaped as a
transition from feudalism to capitalism. In this history, the collapse of
feudalism corresponds to the loss of rural community, the loss of personal
expressionism and the loss of unregulated society. In classical sociology, the
heritage left by the solution of this historical reconstruction of society has
become common. The anomaly of the modern world is precisely where the modern
society from traditional society has emerged in the pathological state created
by the loss of social ties with the passing. This pathological condition was
first seen in Swiss mercenaries serving away from home, diagnosing nostalgia as
a diagnosis of discomfort. We know that Johannes Hofer, who has a sense of
humor, has not written any prescription for this disease, which gives some
common signs with his melancholy.
Sociology,
shaped by three different intellectual movements as intellectual responses to
the French and Industrial revolutions that allow the transformation of the
European society, has taken its place as its focal point, and in the pioneering
names, this change is "a change in everything at a dizzying pace,
everything that has happened has evaporated and the glory of the world has deteriorated.”
Modernity, which refers to the ideals of enlightenment, is blessed not to
progress by nature, fluid, rational, contingent, lacking certainty. In fact,
this blessing has brought with it the enemy of tradition to the 'new' with
reference to its etymological origin. This sophisticated and complex structure
unique to modernity only, has inspired some thinkers to conceive of an
idealized past or future that is now determinative. Both of these ideas are
moderators. The nostalgia becomes modern because of the longing for a home that
no longer exists or has never existed. Nostalgia is coeval with modernity.
The
article refers to Stauth-Turner's nostalgic paradigm, which provides the
meta-phasic and meta-phase dominance of classical sociology detailed in Nietzsche's
Dance. This paradigm consists of four main components. The first is that the
history that we can summarize as a departure from the golden age when the world
was a nest for man is seen as a collapse and a loss. History is a history of
sorrow and despair, as this collapse will continue to exacerbate in the future.
The example of such a feeling of grief in society theory is Weber's fate
sociology. Because, according to Weber, whatever is waiting for us in the
future is the polar night of the icy darkness, not the sunlight of summer.
The
second component of the nostalgic paradigm is the sense of secularization,
together with the loss of integrity and moral certainty. This nostalgic
trajectory is a very powerful secularization that emphasizes that such devastating
social processes as urbanization, capitalist industrialization and the
rationalization of everyday life, such as the diversity and complexity of
social structure, the spread of scientific knowledge, urbanization with
increasing population ratio, it brings forward its theory. With the
announcement of the death of God, the gate of a competing and conflicting world
has been opened, from which we have been transformed into a very godlike world.
It is possible to observe a similar point of view in classical sociology in
Durkheim, which has a theoretical basis for the transformation of social
structures through professional distinction in the form of mechanical and
organic solidarity. Durkheim analyzes social change in a deliberate way, and
pre-change stake favors moral coherence. Moral coherence is now lost when
collective consciousness is generally weakened in the post-change phase.
The
third trajectory we encounter in the nostalgic paradigm is the loss of
individual autonomy and the collapse of genuine social relations. With the loss
of the moral unity, the individual has been caught under the domination of the
bureaucratic state, in macro-social processes and institutions. It is
inevitable that the individual who lost his autonomy is subject to the denial.
The increasing exposure of the individual to social bureaucratic associations
has been conceptualized by the iron cage metaphor in Weberian sociology. The
enlightenment is the result of the panoptic collection of prison. So there is a
nostalgic stance in this compound of the nostalgic paradigm that autonomy-ben
lost because of the fall of the bureaucratic world under the domination of the
modern state.
In
the nostalgic paradigm, the ultimate component is the feeling of laxity,
spontaneity and loss of naturalness. Here, the individual is subject to not
only macro-social processes but also micro-ethics. That is, it is understood
that Adorno's "managed society" or Foucault's notion of closure
prevents the individual's true emotions and enthusiasm, and that the consumer
culture is preoccupied with certain preconceived ways of doing in a world
dominated. To sum up, the metaphor of nostalgia; that we are living in a world
where we have been seized by administrative rules of a central state in a way
that has lost the moral certainty and autonomy of the individual.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2017 |
Submission Date | February 9, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 21 Issue: 1 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).